Yaseminler Gülümsüyordu Ellerimiz Kavuştuğunda – 24

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

“Biz Türkiye halkının, Resûlullâh (saw)’ın şu hâdîs-i şerîfini canlandırdığını düşünüyoruz: ‘Mû’mînler biribirlerine karşı sevgi ve merhametlerinde bir bedenin âzâları gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsızlanırsa, diğer bütün uzuvlar bu acıyı hisseder.’ Bunu niye söylüyorum? Ortaya konan bu uluslararası özgürlük kafilesi ve önümüzdeki günlerde tarihe not düşülecek bu hareket, Türkiye’deki Müslümanlar olmasaydı başarıya ulaşamazdı. Eğer Türkiyeli Müslümanlar bu ağır sorumluluğun altına girmeseydiler ve bu fedâkârlığı göstermeseydiler – ki biz bunun ne kadar ağır bir yük olduğunun farkındayız – bu hareket başarıya ulaşamazdı. Biz Türkiye’deki bütün Müslüman kardeşlerimize şunu vurgulamak istiyoruz: Ortaya konan bu aksiyon, büyük ve temel bir hadise olup, Filistin mes’elesi sadece Filistinliler’in mes’elesi değil, tüm Müslümanlar’ın mes’elesidir. Aynı şekilde Qûdüs, Mescîd-i Aqsa ve İsrâ’nın gerçekleştiği hadisenin toprakları, bütün Müslümanlar’ın mes’elesidir. Ve Râbbimiz’den şunu diliyoruz: Türkiyeli Müslümanlar’ın öncülüğünde atılan bu adım, Gazze’deki ambargonun kırılmasına, ardından da Filistin topraklarındaki işgal yönetiminin ortadan kaldırılmasına bir vesile olsun.

Şeyh Raîd Salah

     (19 Eylül 2011 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti’nin başkenti Tahran’da, Tahran Sanat Enstitüsü bünyesindeki İslamî Uyanış Edebiyâtı tarafından organize edilen “Uyanış Dalgaları” adlı etkinlikte Özgür Yazarlar Birliği Genel Sekreteri, TOKAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Muş Alparslan Üniversitesi Araştırma Görevlisi Doğan Özlük’ün yaptığı konuşmayı ilginize sunuyoruz)

     * * *

     Bismillâhirrahmânirrahîm.

     Hamd; âlemlerin Râbbi, Rahmân ve Rahîm, Dîn Günü’nün Sahibi olan Allâh’a…

     Selam; O’nun gönderdiği tüm peygamberlere, hatem’ul- enbiyâ Hz. Mûhâmmed (saw)’e, O’nun yolundan giden tüm Müslümanlar’a…

     Sevgili kardeşlerim, değerli konuklar;

     Bugün sizlerle, geçen yılki Mavi Marmara yolculuğunda aynı gemide bulunduğumuz Şeyh Raîd Salah’ı anlatacağım.

24... 0 a

     “Mescîd-i Aqsa Muhâfızı” olarak anılan, 1948’de işgal edilen Filistin topraklarındaki İslamî hareketin lideri olan Şeyh Raîd Salah, 587 gönüllünün bulunduğu Mavi Marmara gemisindeki en önemli isimdi.

     Âzîz kardeşlerim;

     Şeyh Raîd Salah’la birlikte yolculuk yapmak, kelimelerle anlatılamayacak bir duygu.

     Mavi Marmara gemisinde, yanyana koltuklarda yatıp kalkıyorduk. İşte bu yüzden, yalnızca “aynı gemide” olduğumuzdan değil, gerçekten “birlikte” yolculuk yaptık.

     Şeyh Raîd Salah, gemideki tüm yolcular için müşfîk bir ağabey, bir manevî öncü ve biz “Ashab-ı Sefine” (Gemi Arkadaşları) için “emniyet limanı” idi.

24... 0 b

     İsrail saldırısından önceki 4 günlük Akdeniz yolculuğunda, gemideki tüm namazlarımızı o kıldırırdı; namazlarımızı O’nun imametinde kılardık.

     Yolculuk esnasında Şeyh Raîd Salah hiçbri zaman yalnız bırakılmazdı. O’nu hangi vakitte ve geminin neresinde görürseniz görün, mutalak etrafında bir avuç Müslüman vardı ve kendisiyle sohbet ediyordu. Gemi yolcuları O’nunla sohbet etmek, O’na sorular sormak ve kendisinden ilmî ve siyasî yönden istifade etmek için fırsat kollarlar, sıraya girerlerdi.

     Yolculuğun ikinci gününde, şu anda aranızda bulunan gazeteci İbrahim Sediyani bir söyleşi gerçekleştirdi kendisiyle. Bu söyleşide ben de tercümanlık yaptım. Sediyani’nin sorularını Türkçe’den Arapça’ya çevirerek Şeyh Raîd Salah’a yöneltiyor, Raîd Salah’ın verdiği cevapları da Arapça’dan Türkçe’ye çevirerek Sediyani’ye iletiyordum.

     Kendisine yöneltiğimiz tüm sorulara içtenlikle cevap veriyordu Raîd Salah.

     O’na ilk yönelttiğimiz soru şu olmuştu: “Siz siyonist rejimin politikalarını yakînen bilen bir kişisiniz. Gazze ambargosunu kırmaya yönelik bu kampanyaya İsrail’in muhtemel tepkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?”

24... 0 c

     Sediyani bu soruyu bilinçli olarak sormuştu. Çünkü İsrail günler öncesinden başlayarak gemimizi tehdit ediyor, “Gelirlerse vururuz!” diyordu açık açık. İsrail ciddî miydi yoksa blöf mü yapıyordu? Yolcular bu konuda biribirinden farklı yorumlar yapıyorlardı. Yolcuların kimi “İsrail gemiye yaklamaz bile” derken, kimileri de “Kesin saldıracaktır” inancındaydı.

     Peki Şeyh Raîd Salah bu konuda ne düşünüyordu? O’nun tahmini nasıldı? Sonuçta aramızda İsrail’i en iyi tanıyan O’ydu.

     Şeyh Raîd Salah bu soruya şöyle cevap verdi: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu filoda dünyanın bütün halklarından ve bütün dînlerinden, Müslüman’ıyla, Hristiyan’ıyla, Yahudî’siyle insanlar bulunmaktadır. Yani bu organizasyon, yeryüzünün tüm kesimlerini kapsayan uluslararası bir organizasyondur. Uluslararası bu inisiyatifin söylemi ise şudur:  Kuşatma ve ambargo tamamen kalkma zamanı ve siyonist işgale son verme vakti gelmiştir. İşgalci İsrail de bunun farkındadır. Eğer İsrail bu kafileye saldıracak olursa, bütün dünyaya savaş açmış olacağını ve bütün dünyayı karşısına alacağını biliyor. Fakat biz aynı zamanda İsrail’in haddini aşmış kibirli bir işgal rejimi olduğunu biliyoruz. Bu nedenle eğer saldırı ve çılgınlık veya tutuklama yaparsa, bunu garipsemeyiz. Fakat öyle bir saldırı olması durumunda, bu İsrail’in zararına olur ve bu özgürlük kafilesinin yeryüzünde yaratacağı etki ve mesaj daha da işgalci gücün saldırılarında daha büyük olacaktır. Ben bu özgürlük kafilesinin ve bu organizasyonun daha şimdiden işgalci yönetime karşı zafer kazandığına inanıyorum.”

     Sonra ikinci soruya geçildi.

     İkinci sorumuz şuydu: “Filistin’le dayanışma konusunda dünyanın farklı coğrafyalarından yoğun bir ilgi var fakat genel hatlarıyla Ortadoğu’dan ve Arap dünyasından yeterli bir destek ve dayanışma çabası görülmüyor. İşbirlikçi yönetimlerin baskıcı politikaları bunda etkili, bunu biliyoruz ama bu durumun farklı nedenleri de var mı?”

     Bu soru da çok önemliydi, çünkü Filistinli bir Arap olan Şeyh Raîd Salah’ın, çevresindeki gerici Arap devletleri hakkındaki kanaatlerini öğrenmiş olacaktık.

24... 0 d

     Şeyh Raîd Salah bu soruya da şöyle cevap verdi: “Ben özgürlük hareketinin, genelde Müslüman halkların özelde de sözünü ettiğimiz coğrafyalardaki halkların suskunluğunu kırdığını düşünüyorum. Bu özgürlük kafilesine Yemen, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Mısır, Cezayir ve Moritanya’dan katılan kardeşlerimiz de var. Bu da hayra alamet. İşte bu, sözünü ettiğimiz suskunluğun kırılmasına yönelik gelişen pratik bir uygulama ve olumlu bir adımdır. Artık halklar Filistin davasının başarısı için verilen mücadelede yavaş yavaş fiilî olarak inisiyatifi ele almaya başladığını gösteriyor. Bunda bu kesimin elindeki medyanın da etkisi vardır. Benim nazarımda bu halklar, yöneticilerinin kendilerine uyguladığı kuşatmayı aşmaya başladılar. Burada Ürdünlü bir arkadaş konuşmasında şunu ifade etmişti: ‘Eğer mümkün olsaydı, kafilenin imkânları el verseydi, binlerce Ürdünlü bu özgürlük kafilesine katılacaklardı.’ Bir diğer örnek, Cezayirli kardeşlerimiz hem fiilî olarak katıldılar, hem de filodaki gemilerden bir tanesini onlar temin ettiler. Bundan kısa bir süre önce, Lübnan halkı da Gazze’ye girmek için girişimde bulundu, fakat İsrail tarafından engellendiler. Bir kısmı tutuklandı. Bu Lübnanlı kardeşlerimiz gemi seferine de katılmış durumdadırlar. Onlar da bir gemiyle bu seyahate katıldılar ve bu Cezayirli kardeşlerimiz, gemiyi içindeki yükleriyle beraber Gazze halkına bağışlayacaklar. Kısacası İslam ve Arap alemindeki bu suskunluk yavaş yavaş direnişe dönüşmektedir. Burada şunu zikretmekte yarar görüyorum: Bu uyanışta Türkiye halkının ve mevcut hükûmetin tavrının etkisi büyüktür. Zira diğer Müslüman ve Arap halklar, şöyle düşünmektedir: Türkiye, halkıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve mevcût hükûmetiyle bu kadar etkili olurken, bizler neden harekete geçmeyelim? Bu örnekliği, Resûlullâh (saw)’ın şu hâdis-i şerîfiyle irtibatlandırmak mümkündür: ‘Kim güzel bir sünnet (gelenek) başlatırsa, ona onun ecri vardır ve ona, onunla kıyâmete kadar âmel edenlerin de ecri vardır.””

     Sonra devamla üçüncü soruya geçildi.

     Üçüncü soru şöyleydi: “1948 topraklarındaki Filistinliler arasında mücâdele yoğunluğu, Gazze ve Batı Şeriâ’ya nisbeten az görülüyor. Bunun ardındaki nedenler neler olabilir?”

24... 0 e

     Bu soru da büyük öneme sahipti, çünkü bununla da Şeyh Raîd Salah’ın Filistin’in 1948 kesimi ile 1967 kesimi arasında bir mukayese yapmasına vesile olacaktık. O konumdaki bir insanın tespit ve değerlendirmeleri elbette ki çok önemliydi bizler için.

     Şeyh Raîd Salah bu soruyu da şöyle yanıtladı: “Tabiî ki, içinde bulunduğumuz şartlar ve durum, bizi daha farklı bir yöntem izlemeye itiyor; elimizdeki imkânlar açısından, bizi kuşatan durum açısından böyle bir durum oluşmuş durumda. 1948 işgali döneminde Filistin’in dışına sürülerek mültecî durumuna düşürülen çok sayıda Filistinli kardeşimiz var. Biz İsrail’in bizi de buradan sürüp mültecî durumuna düşürmek istediğini çok iyi biliyoruz. 1948 topraklarındaki Filistinliler’e yönelik politikası bu yöndedir ve bunu artık beyan etmeye de başladı. Resmî dairelerdeki ve kiliselerdeki yöneticileri mültecî konumuna düşürmek için çeşitli yöntemler izliyor. İsrail medyasında da buna yönelik kamuoyu oluşturuluyor. İşte bu nedenle biz, esas sorumluluğumuzun bu planı nasıl boşa çevirebileceğimiz yolunda olduğunu düşünüyoruz. Vatanımızda nasıl kalabiliriz, evlerimizde nasıl kalabiliriz ve mukaddes mekânlarımızda nasıl kalabiliriz yönünde strateji uyguluyoruz. Eğer bu noktadaki stratejimizi koruyup, topraklarımızda kalmayı sağlayabilirsek, buradaki konumumuzu koruyabilirsek, bu şu demektir: 48 döneminde topraklarından sürülen Filistinli mültecîlerin buradaki topraklarına ve yuvalarına dönme imkânları hâlâ mevcuttur. Buradaki konumumuzu koruma yönündeki stratejimiz, kesinlikle kendi nefsimizi veya kendimizi korumaya yönelik değildir; bilâkis, aradan yıllar ve onyıllar geçse de, mültecîlerin geri dönüş imkân v e hakkını korumaya yöneliktir. Stratejimiz bu yöndedir ve Râbbimiz’den muvaffakiyet diliyoruz, inşaallâh.”

     Son sorumuz ise özeldi: “Türkiye halkına yönelik mesajlarınız nelerdir?”

24... 0 f

     Şeyh Raîd Salah’ın ülkemize yönelik mesajı şöyleydi: “Biz Türkiye halkının, Resûlullâh (saw)’ın şu hâdîs-i şerîfini canlandırdığını düşünüyoruz: ‘Mû’mînler biribirlerine karşı sevgi ve merhametlerinde bir bedenin âzâları gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsızlanırsa, diğer bütün uzuvlar bu acıyı hisseder.’ Bunu niye söylüyorum? Ortaya konan bu uluslararası özgürlük kafilesi ve önümüzdeki günlerde tarihe not düşülecek bu hareket, Türkiye’deki Müslümanlar olmasaydı başarıya ulaşamazdı. Eğer Türkiyeli Müslümanlar bu ağır sorumluluğun altına girmeseydiler ve bu fedâkârlığı göstermeseydiler – ki biz bunun ne kadar ağır bir yük olduğunun farkındayız – bu hareket başarıya ulaşamazdı. Biz Türkiye’deki bütün Müslüman kardeşlerimize şunu vurgulamak istiyoruz: Ortaya konan bu aksiyon, büyük ve temel bir hadise olup, Filistin mes’elesi sadece Filistinliler’in mes’elesi değil, tüm Müslümanlar’ın mes’elesidir. Aynı şekilde Qûdüs, Mescîd-i Aqsa ve İsrâ’nın gerçekleştiği hadisenin toprakları, bütün Müslümanlar’ın mes’elesidir. Ve Râbbimiz’den şunu diliyoruz: Türkiyeli Müslümanlar’ın öncülüğünde atılan bu adım, Gazze’deki ambargonun kırılmasına, ardından da Filistin topraklarındaki işgal yönetiminin ortadan kaldırılmasına bir vesile olsun.”

     Evet değerli kardeşlerim;

     Şeyh Raîd Salah’ın açıklamalarına bakıldığında O’nun ne derece en gin bir ferasete ve Müslümanlar’ın vahdeti konusunda nasıl bir duyarlılığa sahip olduğu rahatlıkla görülecektir.

24... 0 g

     O gerçekten, tek derdi ümmetin kurtuluşu ve Müslümanlar’ın Şiî’siyle, Sünnî’siyle, Arap, Türk, Kürt ve Fars’ıyla vahdeti ve birleşmesi olan mü’mîn ve muttakî bir insandı.

     Şeyh Raîd Salah, Filistinli bir Sünnî Arap olarak kalbi sadece Filistin için veya Sünnîler / Araplar için değil, tüm Ümmet-i Mûhâmmed (saw) için atan muvahhîd bir insandı. Hatta değils adece Müslümanlar, dünyada zûlüm ve baskı altına yaşayan ğayr-i müslîm toplumlar için de esenlik ve kurtuluş dileyen, dîn, dil, ırk, coğrafya ayrımı gözetmeden kalbi tüm dünya mazlumları için çarpan ve hepsi için dûâ eden bir insandı.

     Şeyh Raid Salah, gemimizin siyonist İsrail saldırısına uğramasından sadece birkaç saat önce ise, tüm yolculara hitaben bir konuşma yapmıştı ki, o konuşmayı, gemide bulunan hiçbir kardeşimizin unutmuş olabileceğine ihtimal vermiyorum.

     Filistinli bir liderin, birlikte yolculuk yaptığı insanlara Filistin hakkında birşeyler anlatmasından ibaret bir konuşma değildi bu. Şeyh, konuşmasında, insan haklarından hayvan haklarına, çocuk ticaretinden yetim hakkına, çevre bilincinin öneminden ekolojik dengenin korunmasına varıncaya dek, hemen her alanla ilgili nasihatlerde bulunuyordu.

     Tek kelimeyle muhteşem bir sunumdu. Herkes Şeyh’ten yalnızca direnişten, cihaddan bahseden bir konuşma yapacağını beklerken, O, gemideki herkesin sadece birkaç saat sonra siyonist bir deniz ordusu tarafından fiilî saldırıya uğrayacağını bildiği bir atmosferde, böyle bir halet-i rûhiye içindeki kalabalığa bitkilerden, evcil hayvanlardan, ağaçlardan, otlardan ve çiçeklerden bahsediyordu.

24... 0 h

     Bunlardan uzun uzun sözettikten sonra siyasî tahlillere geçmişti, Raid. Oysa böyle coşkulu ve yürekli bir kalabalığa böyle bir konuşmayı “bizlerden biri” yapmış olsaydı, ideolojik siyaset ve emperyalizme karşı direnişten anlata anlata, bırakın hayvanı, bitkiyi, ağacı, çiçeği, emin olun, insandan bahsetmeye bile sıra gelmezdi. Bizler gece gündüz siyasetle ve ideolojik söylemlerle yatıp kalkarken, sabah akşam çay ve sigara dumanıyla devrim yaparken, ve hatta, çevre bilinci ve ekolojik duyarlılığı arttırma konusundaki aktivitelerle “popüler kültür” deyip dalga geçerken, küresel emperyalizme ve uluslararası siyonizme karşı Ortadoğu coğrafyasında onurlu ve izzetli bir direniş ortaya koyan şehîdperver Filistin İslamî hareketinin bizzat lideri olan Şeyh, kalkmış bize çocuklardan, yetimlerden, evcil hayvanlardan, ağaçlardan, çiçeklerden, otlardan, yapraklardan bahsediyordu. Hem de denizin ortasında, hiçbir acıma duygusu olmayan zâlim İsrail ordusunun 4 savaş gemisi, 3 savaş helikopteri, 2 denizaltı ve 30 zodyakla bize saldırmasından sadece birkaç saat önce.

     Filistin halkının o büyük lideri bizlere şunu öğretmişti: Siyaseti tanımak için önce ülkeyi tanımak, ülkeyi tanımak için önce toplumu tanımak, toplumu tanımak için önce insanı tanımak, insanı tanımak için önce hayvanı tanımak, hayvanı tanımak için önce bitkiyi tanımak, bitkiyi tanımak için de önce doğayı, çevreyi tanımak gerekiyor.

     Değerli kardeşler;

     31 Mayıs 2010 sabahı siyonist İsrail gemimize saldırarak 9 kardeşimizi şehîd ettiler.

     Şehîdlerimiz arasındaki en yaşlı insan olan ve Siirt vilayetimizden filoya katılan 61 yaşındaki İbrahim Bilgen, Şeyh Raîd Salah’a benzetilerek öldürülmüştü. Siyonist katiller İbrahim amcamızı Raîd Salah zannederek öldürdüler.

     Çünkü İbrahim amca Şeyh Raîd Salah’a tıpatıp benziyordu.

     Filistin İslamî hareketi lideri Şeyh Raîd Salah, daha sonraki günlerde yaptığı açıklamada, geminin teslim alınışından sonra iki İsrail askerinin bizzat kendisinin yanında birbirleriyle konuşurlarken, siyonistlerden birinin büyük bir gururla ve övünerek diğer siyonist arkadaşına “Raîd Salah’ı öldürdüm! Öldürdüm O’nu…” dediğini açıkladı.

     Değerli kardeşlerim;

     İslam ümmetinin kalbi olan kutsal Filistin toprakları 1948 tarihinde işgal edildikten ve oraya siyonistler yerleştikten bu yana, o coğrafyada yaşayan Müslümanlar her türlü zulme maruz kalıyor; katlediliyor, sürülüyor, aç bırakılıyorlardı. Bunun en dramatik örneği de, son dört yıldır Gazze şeridinde yaşanıyordu.

     Siyonist düşmanla işbirliğini reddedip İslamî direnişi ve özgürce, onurlu bir yaşamı tercih ettiği için Gazze halkı 2006 yılından beri korkunç bir ambargo altında bulunuyordu. Öyle vicdansız ve merhametsiz bir ambargo ki, uzunluğu 41 km, genişliği 14 km olan bu toprak parçasına ne bir dilim ekmek, ne bir damla su, ne de bir tane ilaç girebiliyordu. Kuzeyden ve doğudan İsrail engellemekte, batıdan ise hain Mısır rejimi tarafından örülen duvarla Gazze şeridine giriş çıkışlar tamamen kapatılmış durumdaydı.

24... 0 i

     Gazze esirdi, tutsaktı; Gazze özgürlüğe muhtaçtı. Ve Gazze’nin özgürlüğe açılan kapısını aralamak, Gazze üzerindeki emperyalist ambargoyu delmek ve siyonist ablukaya bir gedik açmak, mümkünse tamamen ortadan kaldırmak, ortadan kaldırılmasına önayak olmak amacıyla yola çıkmıştık; Akdeniz sularına açılmıştık.

     Farklı kıt’âlardan, değişik ülkelerin limanlarından kalkış yapan toplam 9 gemi ve değişik ülkelerden, farklı ırk, kavim, dil, dîn ve mezheplerden yüzlerce yolcuyla Vira Bismillâh demiştik, Akdeniz sularına açılmıştık; Gazze tut ellerimizden diyerek.

     Biz Gazze’ye yardım etmeye değil, Gazze’nin yardımını almaya gidiyorduk. Çünkü bu yolculuk, bizler açısından “yeniden diriliş” demekti, “arınma” demekti, “silkinme”, “kendine gelme”, “günâhlara tevbe etme”, “hayata en güzel yerinden yeniden başlama” demekti. Bunu da Gazze’nin sayesinde yapacaktık, Gazze’ye elimizi uzatmıştık ve onun ellerimizden tutarak bizi zilletten, pısırıklıktan, yozlaşmadan kurtarmasını umuyorduk. İşte o yüzden yolculuğa “Gazze tut ellerimizden” diye yalvararak başlamıştık.

24... 0 j

     Dört yıldır korkunç ve acımasız bir ambargo altında bulunan Gazze’ye insanî yardım götüren ve 27 Mayıs Perşembe akşamı Antalya’dan yola çıkan “Mavi Marmara” adlı güzel gemimiz, 31 Mayıs sabahı saat 04:00 sularında, gemideki yolcular namaz üzerindeyken, İsrail korsanlarının saldırısına uğradı.

     Siyonist İsrail bize 72. milde saldırdı. Yani uluslararası sularda.

     İsrailliler daha gemiye inmeden ateş açtılar. Hem de üç taraftan birden ateş açıyorlardı. Üstten helikopterle, sağdan ve soldan da hücumbotlarla üzerimize kurşun yağdırıyorlar, bomba atıyorlardı.

     Açıkça katliam yapmaya gelmişlerdi.

     Allâh’ın selamı, râhmeti ve bereketi üzerinize olsun, kardeşlerim.

Doğan ÖZLÜK

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 6

24... 1

Tahran, 28 Şehrivar 1390


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir