Masai Ülkesinde Mülteci Kamplarına Serdim Seccademi – 24

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

“Ey insanlar! Her sene ev halkına kurban kesmek gerekir. Her kim ki maddî durumu müsait olduğu halde Kurban Bayramı’nda fâkirlere dağıtmak ve onları doyurmak için kurban kesmezse, o kişi bizim mescîdimize yaklaşmasın!”

Hadis-i Şerîf

(Tirmizî, Edahî 18; İbn-i Mace, Edahî 2)

     Dünyanın en büyük mülteci kampı olan Dadaab Mülteci Kampı (Kisw. Kambi ya Wakimbizi ya Dadaab; İng. Dadaab Refugee Camp; Ar. ﻠﻼﺠﺌﻴﻦ ﺪﺍﺪﺍﺐ ﻤﺨﻴﻢ)’nda, bugüne dek şahîd olduğum en güzel bayram namazını kıldıktan ve oradaki siyâh derili kardeşlerimizle bayramlaştıktan sonra, tekrar jiplerimize biniyoruz.

     2011 yılının Kurban Bayramı’nda Dadaab Mülteci Kampı’nda kılınan bayram namazında sevinç ve hüzün bir aradaydı.

     Somali sınırına 100 km mesafede bulunan ve 650 bin civarında Somalili mültecinin kaldığı Dadaab’daki bayram namazı açık bir alanda, yeşil bir çayırda kılındı. Dadaab Kadısı Şeyh Mahmud Ömer (ﺍﻠﺸﻴﺦ ﻤﺤﻤﻭﺪ ﻋﻤﺮ)’in imametinde kılınan namaza mülteciler ve bölgede bulunan Müslüman kuruluşlardan insanî yardım gönüllüleri yoğun bir katılım sağladılar.

     Namazda bayanlar da ayrı bir alanda saf tutarak erkeklerle birlikte bayram namazı kıldılar. Bayram namazında çocukların da yoğun katılım göstermesi, en çok dikkatimizi çeken ve ve bizi mutlu eden olaydı.

     Şimdi de kurban kesim alanına gideceğiz.

     Önce “namaz”, sonra “kurban”.

     “Fe’salli li Rabbike wenher.”

     “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”

     Ekip olarak iki ayrı jiple yolculuk ediyoruz. Şoförlerimizin ikisi de bu ülkeden, Kenyalı ve ikisi de Hristiyan. İkisi de başkent Nairobi’den. Bizim aracımızın direksiyonunda 46 yaşındaki Charles Kamau, öbür aracınkinde de 31 yaşındaki James Mboga var.

     14 kişilik bir ekibiz: Enver Öztürk, Aziz Durgut, Zeki Sağın, Yaşar Alptekin, Dursun Çiçek, Sönmez Temur, Mehmet Çelik, Furkan Yılmaz, Ali İhsan Dinç, Ali Ayçil, Doğan Özlük, Mustafa Arslan, Fatih Bacağıkırık ve bir de bu fâkir kardeşiniz. (Tevazuya bakın tevazuya! Bi de beni beğenmiyosunuz. Tooo, xılamalo yeni bi dünye mımkin…)

     Bayram namazını kıldığımız alandan, kurban keseceğimiz alana doğru sürüyoruz araçları… Aracın içinden dışarıyı seyredip, mülteci çadırlarına, insanlara – en çok da çocuklara – ve bu coğrafyanın biribirinden ilginç hayvanlarına baka baka gidiyoruz.

     Yollar tamamıyla patika. Bazı yerlerinde tamamıyla yapmur sularıyla kaplanmış. O tür noktalarda sanki bir nehrin içinden geçiyoruz gibi.

     Yolların bozukluğundan dolayı yavaş sürüyoruz aracımızı. Mülteci çadırlarının yanından geçtiğimizde çocuklar bize bakıp el sallıyorlar. Biz de onlara el sallıyoruz. Bir selamımız bile ne kadar mutlu ediyor onları; inanılır gibi değil…

     Yaklaşık yirmi dakika süren bir yolculuktan sonra, kurbanlarımızı keseceğimiz alana geliyoruz

     Oldukça geniş ve açık bir alan. Araçtan iner inmez gözümüze koyun ve keçi sürüleri çarpıyor.

     Bizim hayvanlarımız bunlar…

     Kurban kesim alanında, bizi vakfımızın Dadaab Kampı Sorumlusu Abdullah Özkaya (memleket Sakarya) ve diğer kardeşlerimiz karşılıyor. Kampta kalacağımız 4 gün boyunca rehberimiz, sorumlumuz, henüz 26 yaşında bir kardeşimiz olan Abdullah Özkaya. (NOT: Bundan üç hafta kadar önce, 11 Haziran 2012 günü yine Kenya’daki Dadaab Mülteci Kampı’na gitmek üzere başkent Nairobi’den araçla yola çıkan Abdullah Özkaya kardeşimiz, yolda silâhlı çetelerin saldırısına uğradı. Direk olarak Abdullah kardeşimize ve yanındaki şoföre ateş eden saldırganlar, kardeşlerimizi kurşunlayıp kaçtılar. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan kardeşlerimize yapılan ilk müdahalenin ardından, akciğerlerinden yaralanan Abdullah Özkaya başka bir hastaneye kaldırıldı. Daha sonra da Türkiye’ye getirildi. Allâh-û Teâlâ’dan acil şifâlar diliyor, en kısa sürede sağlığına kavuşması için dûâ ediyoruz.)

     Başka kardeşlerimiz de var burada… Kurban kesim alanında, 4 gün boyunca birlikte olacağımız ve bizimle aynı amaç için buraya gelmiş olan başka kardeşlerimizle de tanışıyoruz: Saadet Partisi (SP) İstanbul Ümraniye Teşkliâtı İdare Amiri Rufai Battal (memleket Bayburt), Sadaka Taşı İnsanî Yardım Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ali Yeşil (memleket Giresun – Şebinkarahisar), aynı derneğin gönüllüleri elektronik mühendisi Ali Çeliker, inşaatçı Ekrem Doğan (memleket Sivas – Suşehri), inşaatçı Garip Gür (memleket Gümüşhane), İsmail Yeşildal (memleket Kocaeli – İzmit merkez), Halit Şirin (memleket Siirt), İdris Abdulali (memleket Somali), Mahmut Şan, Adem Över, Halit Şirin, Muhammed Şakil (memleket Pakistan / İngiltere) ve burada isimlerini sayamadağım daha pekçok kardeşimiz…

     Herşey o kadar güzel ki…

     Bir kere burası Afrika, siyâhderili kardeşlerimizin toprağında ve onların arasındayız; asıl güzellik bu en başında olayın… Onun haricinde, tertemiz bir hava, ısısını cömertçe sunan güneş, muhteşem bir tabiât ve her tarafta ayrı bir doğal güzellik, sadece burada rastlayabileceğimiz ilginç hayvanlar, Türkiye’den gelen ve burada tanıştığımız pekçok kardeşimiz, kurban ibadeti, muhtaç, ama gerçekten muhtaç olan insanlara yardım edecek olmanın ve bu amaçla buraya gelmiş olmanın bize verdiği tarifsiz manevî huzur ve mutluluk…

     Tanışma ve “hoşbeş”le geçen ilk dakikalardan sonra, kurban hazırlıkları da yavaş yavaş tamamlanıyor.

     Önce kurbanlık koyun ve keçi sürüsünün önünde, “gönüllüsü” olarak geldiğimiz vakıf ve derneklerin bayrak, flama ve afişlerini açarak fotoğraf çekiyoruz. Sırayla…

     Bu fotoğraflar tabiî, o derneklerin yayın organlarında yayınlanmak üzere çekiliyor.

     Benim, WEFA’nın kurbanları içinde, kendimin de bir kurbanı var, elbette. Eh, burası ne Arnavutluk ne de Makedonya. Burası Dadaab Mülteci Kampı. Buradaki insanlar gerçekten aç ve bu kurbanlara hakikî anlamda gereksinim duyuyorlar. Buraya bizzat gelmişken, bu hayrı işlememek olur mu?

     Bu kadar insan buraya aynı vakıf tarafından ve sadece bir dernek adına gelmemiş, tabiî ki. Birkaç insanî yardım vakfı ve sivil toplum derneği, birlikte kes(tir)iyoruz kurbanlarımızı…

     Benim WEFA olarak 2 bin 499 hisse (357 büyükbaş hayvan) kurbanım var.

     Biraz sonra tekbîrler eşliğinde kurban kesimleri başlıyor.

     Ne garip? Bütün gezi boyunca elimden fotoğraf makinâm düşmezken ve gördüğüm / yaşadığım her şeyi çekerken kimse fotoğraf – motoğraf çekme derdinde değil. Şimdi ise, tam hayvanların boğazlandığı sırada herkesin elinde makinâ, flaşlar ardı ardına patlıyor ve fotoğraf çekmeyen bir tek kişi var o da ben…

     Müthiş sıkıntılı dakikalar bunlar, benim için. Aynı rahatsızlığı, geçen yılki Kurban Bayramı’nda Arnavutluk’ta da yaşamıştım.

     Tam da boğazlandıkları ve boğazlarından kan fışkırdığı “o ânı kaçırmamak” güdüsüyle fotoğraf makinâsıyla hayvanların başına üşüşmek nasıl bir insan psikolojisidir, anlamadım gitti doğrusu.

    Hayır yani; bu çektiğiniz resimler işinize yarasa, istemeyerek de olsa tamam diyeceğim yine de. Fakat, işinize de yaramayacak. Çünkü sizi buraya gönderen dernek, bu kanlı bıçaklı resimleri sitesinde yayınlamayacak. Böyle fotoğrafları hangi dernek, hangi vakıf yayınlar ki? Çekip de ne yapacaksınız? Eve götürüp çocuklarınıza mı göstereceksiniz, “Bakın biz hayvanları böyle kestik” diye boğazdan kan fışkırma fotoları mı göstereceksiniz?

     Afrika’da bunca doğal güzellikler, sosyal yaşamı içinde bunca harikulade kareler, hayatınızda ilk defa gördüğünüz hayvanlar; bunların hepsine sadece bakıp geçmek ve eline makinâ alıp fotoğraflarını çekme ihtiyacı hissetmemek… Şimdi de tam hayvanlar boğazlanırken herkes başına üşüşsün ve herkesin elinde makinâ; flaş, flaş, flaş…

     Kurban kesim işi öyle birkaç saatte bitecek bir olay değil. Çünkü yüzlerce hayvan kesilecek ve bu işin bugün bitirilebileceğine inanmıyorum. Geçen yıl Arnavutluk’ta bunun yirmide biri kadar hayvanı bile bir günde bitirememişlerdi. 

     Kurbanların kesilmesine başlanınca, tabiî herkes başında, ben uzak bir köşedeki bir ağacın altına gidiyor ve gölgesinde oturuyorum. Oradan seyrediyorum kesimleri.

     İlk birkaç hayvanın kesiminden sonra, arkadaşlarımın bir yerde toplanıp bir araya geldiklerini görüyorum. Ayakta bir halka oluşturuyorlar. Biraz sonra hep beraber ellerini havaya kaldırdıklarında, “kurbanların kabul olması için” dûâ edeceklerini anlıyorum. Ben ağacın altında ellerimi açmış, ordan eşlik ediyorum. Dûâ bittikten sonra hep birlikte “Âmin” diyoruz.

     Alanın etrafı dikenlitellerle çevrili ve çooook çok ilginçtir; Somalili mülteciler tellerin öte tarafından bizleri seyrediyorlar. Hatta bazıları, yaptığımız işleri daha rahat görsün diye ağaçların üstüne çıkmış. O kadar ilginç bir görüntü ki, kelimelerle anlatılmaz; fotoğraflarını çekiyorum.

     Belki saatlerce, belki de bütün gün bu alandayız artık. Yoo, şikâyet etmiyorum. Sadece “tadını çıkarmam gerektiğini anladım”.

     Ağaçların gölgesi altında “sohbet halkaları” oluşturuyoruz arkadaşlarla. Bu dakikalar, bana en çok uyan dakikalar işte…

     Öğle vaktine kadar ağaçların altında oturup sohbet ediyoruz. Namaz vakti girince, öğle ve ikindi namazlarını seferî olarak kılıyoruz.

     Burada kılınan namaz da, ayrı bir güzel. Bugün şu ana kadarki tüm namazlarımızı çimenlerin üzerinde kıldık; daha ne olsun? Müthiş derecede mutlu ve huzurluyum…

     İkindi vakti, daha kurban kesimleri aksatılmadan sürerken, mülteci çadırlarına gidip “kurban etlerini dağıtma”ya başlayacağımız haberi geldi.

     Benim de günlerdir beklediğim “o ân”, işte buydu…

     Muhtaç durumdaki o insanlara et dağıtmak; onların mutluluğuna, sevincine, çıplak gözlerimle bakabilmek. Bu duyguyu yaşamak; “veren el” olmak…

     “Bu ânı yaşamanın” bana verdiği sevinç ve mutluluğu, dünyada başka hiçbir şey veremez herhalde…

     Bu kez hem jiplerimizle hem de küçük kamyonlarla gidiyoruz tabiî. Jiplerin içinde bizler, kamyonların kasasında ise hisse hisse poşetlere doldurulmuş kurban etleri.

     Mülteci çadırlarında Somalili mültecilere kurban eti dağıtmaya gidiyoruz.

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 7

DADAAB MÜLTECİ KAMPI’NDA KURBAN KESİMİ

24... 01

Bayram namazını kıldıktan sonra, şimdi de kurban kesim alanına gidiyoruz.

24... 02

Yollar tamamıyla patika. Bazı yerlerinde tamamıyla yağmur sularıyla kaplanmış.

24... 03

O tür noktalarda sanki bir nehrin içinden geçiyoruz gibi.

24... 04

Mülteci çadırlarının yanından geçtiğimizde çocuklar bize bakıp el sallıyorlar. Biz de onlara el sallıyoruz. Bir selamımız bile ne kadar mutlu ediyor onları; inanılır gibi değil…

24... 05

Futbol ne açlık dinler ne de göç! Dadaab Mülteci Kampı’ndaki futbol sahası..

24... 06

Kurban kesim alanındayız… Bunlar da bizim kurbanlıklarımız.

24... 07

Oldukça geniş ve açık bir alan. Araçtan iner inmez gözümüze koyun ve keçi sürüleri çarpıyor.

24... 08

Alanın etrafı dikenlitellerle çevrili ve çooook çok ilginçtir; Somalili mülteciler tellerin öte tarafından bizleri seyrediyorlar. Hatta bazıları, yaptığımız işleri daha rahat görsün diye ağaçların üstüne çıkmış. O kadar ilginç bir görüntü ki, kelimelerle anlatılmaz; fotoğraflarını çekiyorum.

24... 09

Uzaktan meraklı meraklı gözlerle seyrediyorlar bizi

24... 10

Çocukların merakı daha bir tatlı, tabiî ki

24... 11

Bu fotoğrafa “Pulitzer Ödülü” isterim: Kızgın güneşin sıcaklığına dayanamayan keçiler, jipin altındaki gölgeliğe sığınmış.

24... 12

Ödüllü Bulmaca: “Bu fotoğraftaki nedir? Bu bir yanardağ mı, yoksa burası Kapadokya mı”

24... 13

Doğru cevap: “Bu bir karınca yuvası.”

24... 14

Karıncaların Kapadokyası

24... 15

Kenya’daki karıncalar yuvalarını yeraltında yapmıyorlar; insanlar gibi yerüstünde yapıyorlar ve toprağı üstüste yığıp adetâ apartman inşâ ediyorlar. Bir şey daha: Buradaki karıncalar, bizim karıncalardan on katı daha büyük.

24... 16

Burada kılınan namaz da, ayrı bir güzel. Bugün şu ana kadarki tüm namazlarımızı çimenlerin üzerinde kıldık; daha ne olsun?

24... 17

DADAAB HATIRÂSI… Kızgın güneşin sıcaklığına dayanamayan seyyâh İbrahim Sediyani ve sinema sanatçısı Yaşar Alptekin, bir ağacın altında, gölgeliğin tadını çıkarıyorlar.

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir