Türkiye’den dostlarımız ve kardeşlerimizle birlikte yaptığımız Tahran gezisi, tüm güzelliği ve öğretici yönleriyle birlikte devam ediyordu.
Çiğdem Topçuoğlu, Cumali Topçuoğlu, Av. Hüsnü Tuna, Saliha Tuna, M. Ali Akbulut, Vildan Akbulut, Doğan Özlük ve ben… Adana, Konya, Gaziantep, Mardin ve Elâzığ…
“Yurdum insanı” idi, bunlar…
Yurdum insanı…
Dünyadaki hiçbir millete benzemeyen, bambaşka şeyler karşısında hüzünlenip bambaşka şeylere gülen, kültürü, yaşam biçimi, sosyal davranışları hiçbir ülkenin insanına benzemeyen, ağlanacak haline gülen ve gülünecek haline ağlayan yeryüzündeki tek millet, hiç kimsenin ayıplamadığı şeylerden utanan ve hiç kimsenin övünmediği şeylerle övünen, hem ülkesinde hem de gurbette ezilen, horlanan, ama insanlığından, canayakınlığından, seviciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen, sakarlıkları, gariplikleri, hataları ve ayıpları bile insana şirin görünen…
Yurdum insanı…
Yanında hangi konu tartışmaya açılırsa açılsın mutlaka söyleyecek sözü olan, sadece yolculuk halindeki bir otobüsün veya vapurun içinde olduğu zaman düşünmeye vakit ayıran, en ağır hakaret olarak “eşek” sözcüğü kabul edildiği halde küçük çocukların “sıpa” diye çağrılarak sevildiği tuhaf bir millet…
Yurdum insanı…
Kimi Türkçe konuşan, kimi Kürtçe konuşan, kimi Arapça kimi Gürcüce konuşan ama hepsi de “aynı dili” konuşan…
Yurdum insanı…
Kimi Adanalı, kimi Gaziantepli, kimi Konyalı, kimi Mardinli, kimi Artvinli, kimi Diyarbakırlı, kimi Kütahyalı, kimi Sivaslı, kimi Adıyamanlı, kimi Vanlı ama hepsi de “bizim köylü”…
Yurdum insanı…
Kimi deniz kıyısında, kimi dağ başında, kimi de şehrin ortasında büyüyen ama hepsi de büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek büyüyen.
Sabah ilk olarak, Tahran’ın 10 km kadar güneyinde, Tahran – Qum yolu üzerinde bulunan İmam Humeynî’nin Türbesi (Fars. ﻤﺼﻼﻯ ﺍﻤﺎﻢ ﺨﻤﻴﻨﻰ [Musallayê İmam Xomeynî])’ni ziyaret ettik. Râhmetli İmam’ın kabri başında birer Fatihâ okuduk. Şimdi de türbenin hemen yakınında bulunan Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanına doğru hareket ediyoruz.
İran’da şimdiye dek yaptığımız belki de en kısa yolculuk, ama sanki en uzununu yapıyormuşuz gibi, bitmiyor bir türlü. Metreler kilometre, dakikalar saat olmuş.
Sadece birkaç dakika içinde Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ)’ya varıyoruz. Kabristanın girişi önündeki parkta aracımızı park edip çıkıyoruz dışarı.
Hayatımda ilk defa geldiğim ve bir haftadır burada olduğum bu ülkede, İran’da, en çok merak ettiğim ve gidip görmek istediğim yerdeyim şimdi. Geldiğim günden bu yana da, bizi ülkelerine dâvet eden İranlı kardeşlerimize “Beheşt-i Zehrâ’ya gitmek istiyorum, beni oraya götürün” diye rica ediyorum. Kısmet şimdiyeymiş.
Burası İran’ın en önemli yeri. İslam dünyasının da en müstesnâ mekânlarından biri. 20. yy’ın ikinci yarısında dünyanın kalbi İran’daki İslam Devrimi’yle atarken, devrimin kalbi de burada, Beheşt-i Zehrâ’da atmıştı çünkü.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) sadece büyüüüük, büsbüyük bir MEZARLIK! Fakat son 40 yıldır hakkında onlarca kitap kaleme alınmış, onlarca konferans verilmiş, yüzlerce yazı ve şiir yazılmış bir mezarlık bu.
1979 İslam Devrimi’nden sonra dünyanın değişik Müslüman ülkelerinde doğan binlerce bebeğe verilen isim bile olmuş. Özellikle kız çocuklarına. Türkiye’de de binlerce kızın ismidir şimdi, “Beheşti Zehra”.
Dünya üzerinde çok az mezarlık vardır ki, hakkında bu kadar çok konuşulup yazılmış olsun. Tarihin akışını değiştiren bir büyük devrime, 20. yy’ın en büyük halk devrimine rûh ve can veren “mezarlık”tır, Beheşt-i Zehrâ.
Ölülerin yattığı bir mekândır, ancak ölü bir toplumu dirilten, ayağa kaldıran, ölü bir topluma can ve rûh veren bir “mezarlık”tır.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanında 1987 Mekke Hacc Katliâmı (Fars. ﻜﺸﺗﺎﺮ ﺤﺎﺠﻴﺎﻦ ﺪﺭ ﻤﮑﻪ [Kuştarê Hacîyan der Mekke]; Ar. ﻗﺘﻞ ﺍﻠﺤﺠﺎﺝ ﻔﻲ ﻤﮑﺔ ﺍﻠﻤﮑﺮﻤﺔ [Qatl’el- Heccac fi Mekke’tul- Mûkerreme]) Şehîdliği’ni ve 1988 Kürdistan Halepçe Katliâmı (Fars. ﻜﺸﺗﺮ ﺤﻠﺑﭽﻪ [Kuştarê Helebçe]; Kürt. ﻘﺮﻜﺮﻨﺎ ﺤﻠﭙﭽﻪ [Qırkırına Helepçe]; Ar. ﻤﺬﺑﺤﺔ ﺍﻠﺤﻠﺑﺠﻪ [Mezbehe’tul- Helebce]) Şehîdliği’ni ile İran – Irak Savaşı (Fars. ﺠﻨﮓ ﺍﻴﺮﺍﻦ ﻭ ﻋﺮﺍﻖ [Cengê İran û Iraq]; Ar. ﺍﻠﺤﺮﺐ ﺍﻠﻌﺮﺍﻘﻴﺔ ﺍﻹﻴﺮﺍﻨﻴﺔ [El- Harb’ul- Eraqîyye el- İranîyye]) şehîdlerinin kabrini, “Kaybolmuş Asker” veya diğer adıyla “Meşhul Asker” (Fars. ﺴﺮﺒﺎﺯ ﮔﻤﻨﺎﻡ [Serbazên Gomnam]) Anıtı’nı, ayrıca Ayetullah Seyyîd Mahmud Ellayî Taleganî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﻤﺤﻤﻮﺪ ﻋﻼﻴﻰ ﻄﺎﻠﻘﺎﻨﻰ) ve hânımı Betül Ellayî Ferd (ﺒﺘﻮﻞ ﻋﻼﻴﻰ ﻔﺭﺪ), Ayetullah Seyyîd Dr. Muhammed Hûseynî Beheştî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺤﻤﺪ ﺤﺴﻴﻨﻰ ﺒﻬﺸﺘﻰ) ve beraberindeki 72 Şehîd, Muhammed Ali Recaî (ﻤﺤﻤﺪ ﻋﻟﻰ ﺭﺠﺎﻴﻰ), Ayetullah Dr. Muhammed Cevad Bahoner (ﺁﻴﺖﷲ ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺤﻤﺪ ﺠﻮﺍﺪ ﺑﺎﻫﻨﺭ), Dr. Mustafa Çemran Savehî (ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺼﻄﻔﻰ ﭽﻤﺭﺍﻦ ﺴﺎﻮﺤﻰ), Ayetullah Seyyid Muhammed Burucerdî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﻤﺤﻤﺪ ﺒﺮﻮﺠﺭﺪﻯ), Muhammed Cevad Tondguyan (ﻤﺤﻤﺪ ﺠﻮﺍﺪ ﺘﻨﺪﮔﻮﻴﺎﻦ), El- Hacc Rıza Cerağî (ﺍﻠﺤﺎﺝ ﺭﻀﺎ ﺠﺭﺍﻏﻰ) ve 13 yaşındaki şehîd Hûseyn Fehmî (ﺤﺴﻴﻦ ﻔﻬﻤﻰ)’nin kabirleri ile Mısırlı şehîd Xalid Ahmed Şewqî el- İslambolî (ﺨﺎﻠﺪ ﺃﺤﻤﺪ ﺷﻮﻘﻰ ﺍﻹﺴﻼﻤﺑﻮﻠﻲ), Filistinli kadın şehîd Rim Salih el- Riaşî (ﺮﻴﻢ ﺼﺎﻠﺢ ﺍﻠﺮﻴﺎﺸﻰ), Lübnanlı şehîd El- Hacc Ridwan İmad Fayiz Muğnîye (ﺍﻠﺤﺎﺝ ﺮﻀﻮﺍﻦ ﻋﻤﺎﺪ ﻔﺎﻴﺰ ﻤﻐﻨﻴﺔ), Bahreynli şehîd Cevad Firuz (ﺠﻮﺍﺪ ﻔﻴﺮﻮﺰ) ve Britanyalı şehîd Mustafa Mahmud Ferah (ﻤﺼﻅﻔﻰ ﻤﺤﻤﻮﺪ ﻔﺭﺍﺡ)’ın temsilî kabirlerini ziyaret edip, birer Fatihâ okuyacağız.
Beheşt-i Zehrâ’nın giriş kapısından büyük bir heyecanla atıyoruz adımımızı içeri.
Daha içeri adımınızı atar atmaz anlıyorsunuz, ne kadar büyük ve geniş bir mezarlığa geldiğinizi. Çünkü içeri girince önünüze upuzun bir yol çıkıyor ve o yolun sonunu göremiyorsunuz. Yolun sağında ve solunda mazarlıklar başlıyor ve onların da nerede bittiğini göremiyorsunuz.
Mezarlığa daha ilk girişte, bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bulunduğumuz yolun öbür ucunda, bize doğru akan bir cenaze topluluğu var. Yüksek sesle okudukları dûâlar, kulaklarımıza kadar geliyor.
Cenaze taşıyan grup bize doğru akarken, biz de onlara doğru yürüyoruz. Aynı noktaya geldiğimizde bizler yerlerimizde duruyor, cenaze taşıyan grubu seyrediyoruz.
Bizim gruptakiler bir köşeye geçip duruyorlar. Benle Cumali Topçuoğlu, makinâlarımızla birlikte kalabalığın yanına, mevtânın gömüleceği mezarın başına gidiyoruz. Cumali olayı kameraya alıyor, bense fotoğraf çekiyorum.
Kalabalıktakiler bir yandan cenazeyi taşırken, bir yandan da yüksek seslerle dûâlar ve Qûr’ân’dan sûreler okuyorlar. Kadınlardan bazıları ağlıyor; râhmetlinin birinci derece yakınları olduklarını tahmin ettiğimiz bazı kadınlar da başlarını dövüp ağıt yakıyorlar.
Ben ve Cumali hem olayı izliyor, hem de çekim yapmaya devam ediyoruz.
Cenaze sahipleri bizim bu davranışımızdan rahatsız oluyorlar. Birşey söylemiyorlar ama anlamlı bakışlarından belli oluyor bu. Yaptığımız “saygısızlığa” yorumlanmasın diye fazla uzatmıyoruz çekimleri biz de.
Kalabalığın – duygusal olarak da – daha bir yanına yaklaşıyor ve cenaze sahiplerine “Allah râhmet etsin; mekânı cennet olsun” diyoruz. Üzüntü içinde, hareketsiz, sadece “dostça bakışlara dönüşen” gözleriyle teşekkür ediyorlar.
Mevtânın kim olduğunu soruyoruz. “Bir şehîdin babasıydı. Çok yaşlıydı; vefât etti” cevabını alıyoruz.
Tabiî, İranlı olmadığımızı anladıkları için, sorumuza, kalabalıktaki insanlardan kimin babası, kardeşi veya akrabası olduğunu söylemek yerine, sadece “bir şehîdin babasıydı” yanıtıyla yetiniyorlar. Sonuçta akrabalarını bilsek de, gidip ne konuşacağız ki kendileriyle? Yabancıyız.
Demek biraz önce cenazeyi getirirlerken taşıdıkları ve genç bir insana ait fotoğraf, şu anda gömülen râhmetlinin kendi fotoğrafı değil, şehîd olan oğlunun fotoğrafıydı. Fotoğrafın üzerinde kızıl kan lekelerinin olmasından anlaşılıyordu zaten, onun bir şehîde ait fotoğraf olduğu.
Bu da – doğrusu – ömrümde ilk defa şahîd olduğum bir olay: Bir cenazeyi kendi çerçeveli fotoğrafıyla değil, oğlunun çerçeveli fotoğrafıyla taşımak!
Râhmetlinin oğlu nasıl şehîd olmuş acaba? Hangi savaşta? Fotoğrafına bakılırsa oldukça genç yaşta şehâdet şerbetini içmiş. Bunu sormadık; çok üzüntülüydüler; zaten çekim yaparak ilk başlarda istemeden biraz üzmüştük, daha fazla acı çektirmeyelim. 8 yllık İran – Irak Savaşı’nın yüzbinlerce kurbanından biridir, muhtemelen.
Ayrılıyoruz kalabalıktan. Kendi arkadaşlarımızın yanına gidiyor ve onlarla birlikte kabristanı gezmeye başlıyoruz.
Tahran’ın 10 km kadar güneyinde, Tahran – Qum yolu üzerinde bulunan ve “şehîdler kabristanı” olan Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ), hem başkent Tahran’ın, hem de tüm İran’ın en büyük mezarlığıdır.
534 hektarlık devâsâ bir alanda kurulu olan mezarlıkta 30 bini şehîd olmak üzere yaklaşık 1 milyon 300 bin mezar bulunuyor. Her gün yaklaşık 400 yeni cenazenin gömüldüğü bir mezarlıktır, burası.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ)’nın ismi, Farsça’da “Zehrâ’nın Cenneti” anlamına geliyor. Buradaki “Zehrâ”, Peygamber Efendimiz (saw)’in kızı, Hz. Ali (as)’nin hânımı, Hz. Hasan (as) ve Hz. Hüseyin (as) ile Hz. Zeyneb (sa)’nin annesi olan Hz. Fatımâ Zehrâ (sa) Annemiz’dir. İsim tamlamasındaki diğer kelime olan “Beheşt / Beheştî” ise Farsça’da “Cennet” demektir. (GÖNÜLDAŞLARIMIZ İÇİN İLGİNÇ BİR BİLGİ NOTU: Aynı şekilde Kürtçe’de de “Beheşt / Beheştî” kelimesi “Cennet” demektir ve Adıyaman ilimizin Besni ilçesinin eski Kürtçe ismi de “Beheştî” şeklindedir. İlçe sakinleri halen “Beheştî” derler.)
Bir “şehîdler kabristanı” olan Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ)’daki mezarların büyük çoğunluğu, İran – Irak Savaşı (1980 – 88)’nda hayatını kaybeden asker ve sivillere aittir.
Bu mezarlık, tâ 1950 yılının başında, Tahran’ın şehir olarak büyümesi ve yeniden yapılandırılması akabinde şehir içindeki mezarlıkların hem yetersiz gelmesi hem de şehir mezarlığının şehir dışında kurulması gerekliliğinin doğurduğu ihtiyaçtan dolayı kuruldu.
1951 (= rumî 1348) yılında açılan mezarlığa ilk cenaze, 27 Temmuz 1952 (= rumî 3 Murdad 1349) günü gömüldü. Gömülen ilk kişinin ismi, Muhammed Taqi Xiyal (ﻤﺤﻤﺪ ﺘﻘﻰ ﺨﻴﺎﻞ).
Büyük ama sıradan, sadece “şehrin mezarlığı” olarak kurulan bu kabristan, 5 Haziran 1963 günü yaşanan “15 Xordad Kıyâmı” ile başlayıp 11 Şubat 1979’da zafere ulaşan 16 yıllık İslam Devrimi sürecinde çok önemli bir çekim merkezi olur. Devrime adetâ “can” ve “rûh” veren çekim merkezi olur, bu “mezarlık”.
Devrimin önderi İmam Humeynî’nin 14 yıllık bir sürgün hayatının ardından ülkesine zaferle dönmesinden sonra, Tahran Mehrâbâd Havaalanı’nda kendisini karşılayan milyonluk kitleler ile birlikte ilk gittiği yer, İslam İnqılâbı şehîdlerinin gömülü bulunduğu Beheşt-i Zehrâ olmuştu.
İmam Humeynî’nin 14 yıllık bir hasretten sonra İran’da ilk uğradığı yer bu şehîdler mezarlığı, Beheşt-i Zehrâ olur ve İmam, dünya istikbarını iliklerine kadar titreten tarihî konuşmasını bu mukaddes mekânda yapar.
İmam Humeynî, Beheşt-i Zehrâ’da yaptığı konuşmada, “Azîz milletimizin yardımıyla yeni hükûmeti en kısa sürede tayin edeceğiz” der. Ki biz bütün bunları, gezimizin daha önceki bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştık. (Beheşt-i Zehrâ mezarlığının İran İslam Devrimi hareketindeki manevî rolü için bkz. Yaseminler Gülümsüyordu Ellerimiz Kavuştuğunda – 19 ve Yaseminler Gülümsüyordu Ellerimiz Kavuştuğunda – 22)
1951 yılında 314 dönüm olarak kurulan Beheşt-i Zehrâ, 1979 yılında İslam Devrimi gerçekleşip “İran İslam Cumhuriyeti” adıyla yeni bir devlet kurulduktan sonra kuzey tarafından 110 dönüm daha genişletilir. Bir yıl sonra başlayan İran – Irak Savaşı nedeniyle de mecburen doğu tarafından 160 dönüm daha genişletilir. Kabristanın içinde sadece İran – Irak Savaşı şehîdlerinin gömülü olduğu 10 ayrı mezarlık vardır.
534 hektarlık devâsâ bir alanda kurulu olan, 30 bini şehîd olmak üzere yaklaşık 1 milyon 300 bin mezarın bulunduğu Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanında yer alan en önemli mezar, mezarlık, şehîdlik ve anıtlar şunlardır:
► 1987 MEKKE HACC KATLİÂMI (Fars. ﻜﺸﺗﺎﺮ ﺤﺎﺠﻴﺎﻦ ﺪﺭ ﻤﮑﻪ [Kuştarê Hacîyan der Mekke]; Ar. ﻗﺘﻞ ﺍﻠﺤﺠﺎﺝ ﻔﻲ ﻤﮑﺔ ﺍﻠﻤﮑﺮﻤﺔ [Qatl’el- Heccac fi Mekke’tul- Mûkerreme]) ŞEHÎDLİĞİ ANITI
► KÜRDİSTAN HALEPÇE KATLİÂMI (Fars. ﻜﺸﺗﺮ ﺤﻠﺑﭽﻪ [Kuştarê Helebçe]; Kürt. ﻘﺮﻜﺮﻨﺎ ﺤﻠﭙﭽﻪ [Qırkırına Helepçe]; Ar. ﻤﺬﺑﺤﺔ ﺍﻠﺤﻠﺑﺠﻪ [Mezbehe’tul- Helebce]) ŞEHÎDLİĞİ ANITI
► İRAN – IRAK SAVAŞI (Fars. ﺠﻨﮓ ﺍﻴﺮﺍﻦ ﻭ ﻋﺮﺍﻖ [Cengê İran û Iraq]; Ar. ﺍﻠﺤﺮﺐ ﺍﻠﻌﺮﺍﻘﻴﺔ ﺍﻹﻴﺮﺍﻨﻴﺔ [El- Harb’ul- Eraqîyye el- İranîyye]) ŞEHÎDLİĞİ (10 TANE)
► “MEÇHUL ASKER” (Fars. ﺴﺮﺒﺎﺯ ﮔﻤﻨﺎﻡ [Serbazên Gomnam]) ANITI
► ABD emperyalizmi tarafından Fars Körfezi’nde saldırıya uğrayan İran donanmasındaki şehîdler anısına dikilen GEMİ ANITI
► Ayetullah Seyyîd Mahmud Ellayî Taleganî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﻤﺤﻤﻮﺪ ﻋﻼﻴﻰ ﻄﺎﻠﻘﺎﻨﻰ) ve hânımı Betül Ellayî Ferd (ﺒﺘﻮﻞ ﻋﻼﻴﻰ ﻔﺭﺪ)’in mezarları
► Ayetullah Seyyîd Dr. Muhammed Hûseynî Beheştî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺤﻤﺪ ﺤﺴﻴﻨﻰ ﺒﻬﺸﺘﻰ) ve beraberindeki 72 Şehîd’in mezarları
► Aynı saldırıda birlikte şehîd olan Muhammed Ali Recaî (ﻤﺤﻤﺪ ﻋﻟﻰ ﺭﺠﺎﻴﻰ) ve Ayetullah Dr. Muhammed Cevad Bahoner (ﺁﻴﺖﷲ ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺤﻤﺪ ﺠﻮﺍﺪ ﺑﺎﻫﻨﺭ)’in yanyana mezarları
► Dr. Mustafa Çemran Savehî (ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺼﻄﻔﻰ ﭽﻤﺭﺍﻦ ﺴﺎﻮﺤﻰ)’nin mezarı
► Ayetullah Seyyid Muhammed Burucerdî (ﺁﻴﺖﷲ ﺴﻴﺪ ﻤﺤﻤﺪ ﺒﺮﻮﺠﺭﺪﻯ)’nin mezarı
► Muhammed Cevad Tondguyan (ﻤﺤﻤﺪ ﺠﻮﺍﺪ ﺘﻨﺪﮔﻮﻴﺎﻦ)’ın mezarı
► El- Hacc Rıza Cerağî (ﺍﻠﺤﺎﺝ ﺭﻀﺎ ﺠﺭﺍﻏﻰ)’nin mezarı
► 13 yaşındakiki şehîd Hûseyn Fehmî (ﺤﺴﻴﻦ ﻔﻬﻤﻰ)’nin mezarı
► Mısırlı şehîd Xalid Ahmed Şewqî el- İslambolî (ﺨﺎﻠﺪ ﺃﺤﻤﺪ ﺷﻮﻘﻰ ﺍﻹﺴﻼﻤﺑﻮﻠﻲ)’nn temsilî mezarı
► Filistinli kadın şehîd Rim Salih el- Riaşî (ﺮﻴﻢ ﺼﺎﻠﺢ ﺍﻠﺮﻴﺎﺸﻰ)’nin temsilî mezarı
► Lübnanlı şehîd El- Hacc Ridwan İmad Fayiz Muğnîye (ﺍﻠﺤﺎﺝ ﺮﻀﻮﺍﻦ ﻋﻤﺎﺪ ﻔﺎﻴﺰ ﻤﻐﻨﻴﺔ)’nin temsilî mezarı
► Bahreynli şehîd Cevad Firuz (ﺠﻮﺍﺪ ﻔﻴﺮﻮﺰ)’un temsilî mezarı
► Britanyalı şehîd Mustafa Mahmud Ferah (ﻤﺼﻅﻔﻰ ﻤﺤﻤﻮﺪ ﻔﺭﺍﺡ)’ın temsilî mezarı
Evet… Sadece İran’ın değil, tüm İslam dünyasının – özellikle 20. yy’da yaşanan hadiseler ekseninde – kalbinin attığı, tarihî ibret vesikalarının ve unutulmaz hadiselerinin adetâ nabzını tutan bir mekân, burası…
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanı her gün 60 bin ilâ 300 bin arasında ziyaretçiye evsahipliği yapmakta. İran’da “haftasonu tatil günleri” olan Perşembe ve Cuma günleri yarım milyona yakın insanın ziyaret ettiği mekânı, bayramlarda ise ortalama 5 milyon kişi ziyaret ediyor.
Eğer bir Cuma günü yolunuz Beheşt-i Zehrâ’ya düşerse, binlerce değil, onbinlerce değil, yüzbinlerce kişinin sevdikleriyle bayramlaşmaya geldiğini görürsünüz. Özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarında bir başkadır burası. Tüm halk buradadır; herkes sevdikleriyle buluşmaya, toprağın altındaki sevdikleriyle bayramlaşmaya gelmiştir.
İran’ı anlamak, tanımak, İran toplumunu daha iyi ve doğru bir şekilde tanıyabilmek ve 30 yıldır her türlü emperyalist kuşatmaya karşı bu ülkenin nasıl olur da dimdik ayakta durabildiğini, bu da yetmiyormuş gibi siyasî, ticarî ve kültürel her türlü ambargo, baskı ve dışlanmaya rağmen nasıl olur da son 30 yıldır bilimsel, teknolojik, kültürel, sanatsal ve sportif hemen her alanda büyük ilerleme kaydetmiş olduğunu sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için, iyi bir gözlem de şarttır ve bunun için en ideal mekân işte burası, Beheşt-i Zehrâ’dır.
Bundan iki yıl önce, 2011 yılının Haziran ayında İran’la ilgili bir “belgesel film” çekip hazırlayan ve Rusça, İngilizce, İspanyolca ve Arapça olmak üzere 4 ayrı dilde yayın yapan “Russia Today” (Rus. Россия Сегодня [Rossiya Segodiya]; İsp. Rusia Hoy; Ar. ﺮﻮﺴﻴﺎ ﺍﻠﻴﻮﻢ [Rusya el- Yewm]) adlı Rus televizyonu, Beheşt-i Zehrâ kabristanını “İran’ın nükleer gücü” şeklinde tanımlamıştı.
“İran’ın şehâdet gücü, nükleer gücünden daha fazla” ifadelerini kullanan Rus televizyon kanalı Russia Today, bu arada bir muammanın herkesi şaşkına çevirdiğini, herkes “İran’a saldırılacak” diye beklerken, İran milletinin gayet soğukkanlı olduğunu ve sürekli mezarların başında dûâ ederek yiyecekler dağıttığını, insanların Allâh’ın varlığını mezarların başında hissettiğini söylemişti. Beheşt-i Zehrâ kabristanında şehid mezarlarının fark edilebilir ayrı bir önemi bulunduğunu belirten Rus televizyonu, “İran’daki Beheşt-i Zehrâ şehîdliğinin gücü, nükleer santrallerin gücünden kat be kat daha fazladır” yorumunu yapmıştı.
Aslında şaşırmak da gerekmiyor bu yoruma. Zirâ Beheşt-i Zehrâ’yı ziyaret eden her yabancı ziyaretçinin rahatlıkla gözlemleyebileceği ve fark edebileceği bir gerçektir, bu.
Kendisi de Beheşt-i Zehrâ kabristanında yatmakta olan ve ne ilginç bir tesadüftür ki, soyadı da “Beheştî” olan Şehîd Dr. Muhammed Hûseynî Beheştî (ﺸﻬﻴﺪ ﺪﻜﺘﺭ ﻤﺤﻤﺪ ﺤﺴﻴﻨﻰ ﺒﻬﺸﺘﻰ)’nin şu anlamlı sözleri geliyor insanın hatrına, ister istemez: “Biz aşk ehliyiz, akıl ehli değil. Akıl ehli olanlar, bir saldırı ve tehlikeyle karşılaştıkları zaman, ‘Kendimi nasıl kurtarabilirim?’ diye hesap yapar; aşk ehli olanlar ise bir saldırı ve tehlikeyle karşılaştıkları zaman, ‘Kendimi nasıl fedâ edebilirim?’ diye hesap yapar.”
Başka bir konuşmasında ise şunları söyler, Dr. Beheştî: “‘Şehîd verdik’ demeyelim, ‘şehîd kazandık’ diyelim. Çünkü şehîd, zahiren aramızdan ayrılıyor ama kanı daha büyük hizmetler görüyor.”
Beheşt-i Zehrâ’ya mutlaka ama mutlaka gelip ziyaret etmenizi, hele hele insanların, kabristandaki – özellikle genç yaşta şehîd olmuş – yakınlarının mezarı başındaki davranışlarını saatlerce, günlerce gözlemlemenizi salık veririm. O gençlerin mezarları, adetâ hayattayken ikamet ettikleri evlerinin oturma ve yatak odaları gibidir. Kabirlerin başında, o insanların yaşarken sahip oldukları ve kullandıkları, sevdikleri her türlü süs eşyası mevcuttur. Şehîdlerin mezarlarını ziyaret edenler, Qûr’ân-ı Kerîm’deki “şehîdlerin ölmediklerini, diri olduklarını” (Baqara, 154; Âl-i İmrân, 169) belirten âyet-i kerîmelere hakikaten yakînen iman etmişler.
Buna elbette bizim toplumumuzda da ve her Müslüman toplumda da şeksiz ve şüphesiz imân ediliyor. Fakat burada, “bir ben var benden içeri” misali, daha içeriden “hayata dokunan” bir yaklaşım ve davranış şekli göze çarpıyor. Kabirleri ziyaret edenler, şehîdlerin diri olduklarına inandıkları için, onların hayattayken sevdikleri şeyleri, evdeki eşyalarını, okudukları kitaplarını, giydikleri elbiselerini, ayakkabılarını, hatta kullandıkları bardak, tabak ve yemek yedikleri sinileri bile kendileriyle birlikte getiriyorlar.
Kabirlerin başında oturup saatlerce mırıldanırlarken ve birşeyler söylerlerken, bunların sakın haa, hepsinin dûâ olduğunu sanmayınız, böyle saatlerce dûâ ettiklerini veya Qûr’ân okuduklarını düşünmeyiniz. İlk başta bilmeyen herkes öyle sanıyor, ama yaklaştıkça, tanıdıkça, sorup öğrendikçe, öyle olmadığı anlaşılıyor. Onlar oturup şehîd olmuş yakınlarıyla sohbet ediyorlar. Sıradan, “aile içi” sohbetlerdir bunlar üstelik. Dün eve misafir gelmişse örneğin, oturup mezarın başında saatlerce bunu anlatıyorlar; misafirlerle birlikte geçirdikleri güzel akşamı, onlar için hazırladıkları yemekleri anlatıyorlar mezardaki şehîde. Evde yeni bir doğum olmuşsa, komşulardan birinin oğlu veya kızı evlenmişse, oturup saatlerce bunları anlatıyorlar mezarın başında. Çünkü onlar gencecik evlatlarının kabirde değil, hakikaten ama hakikaten yanlarında olduğuna, diri oldukları için onların bütün anlattıklarını dinlediklerine, kendilerini duyduklarına inanıyorlar.
İşte, ne uluslararası dengeler ne de iç dinamikler, ne dış baskı ve dayatmalar ne de içerideki başarı ve atılımlar, tamamen bu “rûh” ve bu “içsel manevî güç”tür İran’ı ayakta tutan.
Bundan altı sene önce, 27 Şubat 2007 günü İngiliz BBC kanalına verdiği bir mülâkatta İran Kürdistanı’ndan ve şimdi Amerika’da yaşayan, Kürt kökenli İran asıllı ABD vatandaşı ünlü tarihçi Dr. Abbas Melikzâde Milanî (ﺪﻜﺘﺭ ﻋﺒﺎﺲ ﻤﻠﮑﺰﺍﺪﻩ ﻤﻴﻼﻨﻰ)’nin o mülâkatta söylediği şu sözler, sanırım gezimizin bu bölümünde anlat(maya çalış)tığımız konunun da daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır: “İranlılar Arap değil Pers’tirler. Sünnî değil Şiî’dirler. Emperyalist dönemin eseri değil, büyük ve eski bir uygarlığın mirasçılarıdırlar. İşte bu yüzden, başkalarının kendisine saygı duymasını isteyen bir millettir ve dünyadaki statükoya karşı durmaktan, egemen güçlere karşı koymaktan zevk alan bir ülkedir.”
Evet, böyle diyordu Dr. Milanî, BBC’ye verdiği mülâkatta… İran’ı en doğru bir şekilde de, ancak bir İranlı analiz edebilirdi zaten.
İşte böylesine önemli bir “şehîdler mezarlığı”nda, Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanındaydık şimdi.
Türkiye’den değerli dostlarım ve sevgili kardeşlerim ile beraber, Çiğdem Topçuoğlu, Cumali Topçoğlu, Av. Hüsnü Tuna, Saliha Tuna, M. Ali Akbulut, Vildan Akbulut ve tabiî “can dostum güzel insan, tam teçhizatlı mütercim arkadaşım, sponsorum, seyahâtnamelerimizin başrol oyuncusu, gözünün yağında iki yumurta kırdığım, elma yanağından makas alıp havaya atarak rövaşata yaptığım, varlığına tahammül edemediğim fakat yokluğuna da dayanamadığım” Doğan Özlük’le birlikte, başlıyoruz büyük bir heyecanla Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanını gezmeye.
sediyani@gmail.com
SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ
CİLT 6
FOTOĞRAFLAR:
Hayatımda ilk defa geldiğim ve bir haftadır burada olduğum bu ülkede, İran’da, en çok merak ettiğim ve gidip görmek istediğim yerdeyim şimdi: Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ)
Mezarlığa daha ilk girişte, bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bulunduğumuz yolun öbür ucunda, bize doğru akan bir cenaze topluluğu var. Yükek sesle okudukları dûâlar, kulaklarımıza kadar geliyor.
Cenaze taşıyan grup bize doğru akarken, biz de onlara doğru yürüyoruz. Aynı noktaya geldiğimizde bizler yerlerimizde duruyor, cenaze taşıyan grubu seyrediyoruz.
Tahran’ın 10 km kadar güneyinde, Tahran – Qum yolu üzerinde bulunan ve “şehîdler kabristanı” olan Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ), hem başkent Tahran’ın, hem de tüm İran’ın en büyük mezarlığıdır.
534 hektarlık devâsâ bir alanda kurulu olan mezarlıkta 30 bini şehîd olmak üzere yaklaşık 1 milyon 300 bin mezar bulunuyor. Her gün yaklaşık 400 yeni cenazenin gömüldüğü bir mezarlıktır, burası.
Bu mezarlık, tâ 1950 yılının başında, Tahran’ın şehir olarak büyümesi ve yeniden yapılandırılması akabinde şehir içindeki mezarlıkların hem yetersiz gelmesi hem de şehir mezarlığının şehir dışında kurulması gerekliliğinin doğurduğu ihtiyaçtan dolayı kuruldu.
1951 (= rumî 1349) yılında açılan mezarlığa ilk cenaze, 27 Temmuz 1952 (= rumî 3 Murdad 1349) günü gömüldü. Gömülen ilk kişinin ismi, Muhammed Taqi Xiyal (ﻤﺤﻤﺪ ﺘﻘﻰ ﺨﻴﺎﻞ).
Büyük ama sıradan, sadece “şehrin mezarlığı” olarak kurulan bu kabristan, 5 Haziran 1963 günü yaşanan “15 Xordad Kıyâmı” ile başlayıp 11 Şubat 1979’da zafere ulaşan 16 yıllık İslam Devrimi sürecinde çok önemli bir çekim merkezi olur. Devrime adetâ “can” ve “rûh” veren çekim merkezi olur, bu “mezarlık”.
Devrimin önderi İmam Humeynî’nin 14 yıllık bir sürgün hayatının ardından ülkesine zaferle dönmesinden sonra, Tahran Mehrâbâd Havaalanı’nda kendisini karşılayan milyonluk kitleler ile birlikte ilk gittiği yer, İslam İnqılâbı şehîdlerinin gömülü bulunduğu Beheşt-i Zehrâ olmuştu.
İmam Humeynî’nin 14 yıllık bir hasretten sonra İran’da ilk uğradığı yer bu şehîdler mezarlığı, Beheşt-i Zehrâ olur ve İmam, dünya istikbarını iliklerine kadar titreten tarihî konuşmasını bu mukaddes mekânda yapar.
Bizim gruptakiler bir köşeye geçip duruyorlar. Benle Cumali Topçuoğlu, makinâlarımızla birlikte kalabalığın yanına, mevtânın gömüleceği mezarın başına gidiyoruz. Cumali olayı kameraya alıyor, bense fotoğraf çekiyorum.
Kalabalalıktakiler bir yandan cenazeyi taşırken, bir yandan da yüksek seslerle dûâlar ve Qûrân’dan sûreler okuyorlar. Kadınlardan bazıları ağlıyor; râhmetlinin birinci derece yakınları olduklarını tahmin ettiğimiz bazı kadınlar da başlarını dövüp ağıt yakıyorlar.
Ben ve Cumali hem olayı izliyor, hem de çekim yapmaya devam ediyoruz.
Cenaze sahipleri bizim bu davranışımızdan rahatsız oluyorlar. Birşey söylemiyorlar ama anlamlı bakışlarından belli oluyor bu. Yaptığımız “saygısızlığa” yorumlanmasın diye fazla uzatmıyoruz çekimleri biz de.
Kalabalığın – duygusal olarak da – daha bir yanına yaklaşıyor ve cenaze sahiplerine “Allâh râhmet etsin; mekânı cennet olsun” diyoruz. Üzüntü içinde, haraketsiz, sadece “dostça bakışlara dönüşen” gözleriyle teşekkür ediyorlar.
Mevtânın kim olduğunu soruyoruz. “Bir şehîdin babasıydı. Çok yaşlıydı; vefât etti” cevabını alıyoruz.
1951 yılında 314 dönüm olarak kurulan Beheşt-i Zehrâ, 1979 yılında İslam Devrimi gerçekleşip “İran İslam Cumhuriyeti” adıyla yeni bir devlet kurulduktan sonra kuzey tarafından 110 dönüm daha genişletilir. Bir yıl sonra başlayan İran – Irak Savaşı nedeniyle de mecuren doğu tarafından 160 dönüm daha genişletilir. Kabristanın içinde sadece İran – Irak Savaşı şehîdlerinin gömülü olduğu 10 ayrı mezarlık vardır.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) kabristanı her gün 60 bin ilâ 300 bin arasında ziyaretçiye evsahipliği etmekte. İran’da “haftasonu tatil günleri olan” Perşembe ve Cuma günleri yarım milyona yakın insanın ziyaret ettiği mekânı, bayramlarda ise ortalama 5 milyon kişi ziyaret ediyor.
Eğer bir Cuma günü yolunuz Beheşt-i Zehrâ’ya düşerse, binlerce değil, onbinlerce değil, yüzbinlerce kişinin sevdikleriyle bayramlaşmaya geldiğini görürsünüz. Özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarında bir başkadır burası. Tüm halk buradadır; herkes sevdikleriyle buluşmaya, toprağın altındaki sevdikleriyle bayramlaşmaya gelmiştir.
Burası İran’ın en önemli yeri. İslam dünyasının da en müstesnâ mekânlarından biri. 20. yy’ın ikinci yarısında dünyanın kalbi İran’daki İslam Devrimi’yle atarken, devrimin kalbi de burada, Beheşt-i Zehrâ’da atmıştı çünkü.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ) sadece büyüüüük, büsbüyük bir MEZARLIK! Fakat son 40 yıldır hakkında onlarca kitap kaleme alınmış, onlarca konferans verilmiş, yüzlerce yazı ve şiir yazılmış bir mezarlık bu.
1979 İslam Devrimi’den sonra dünyanın değişik Müslüman ülkelerinde doğan binlerce bebeğe verilen isim bile olmuş. Özellikle kız çocuklarına. Türkiye’de de binlerce kızın ismidir şimdi, “Beheşti Zehra”.
Dünya üzerinde çok az mezarlık vardır ki, hakkında bu kadar çok konuşulup yazılmış olsun. Tarihin akışını değiştiren bir büyük devrime, 20. yy’ın en büyük halk devrimine rûh ve can veren “mezarlık”tır, Beheşt-i Zehrâ.
Ölülerin yattığı bir mekândır, ancak ölü bir toplumu dirilten, ayağa kaldıran, ölü bir topluma can ve rûh veren bir “mezarlık”tır.
İran’ı anlamak, tanımak, İran toplumunu daha iyi ve doğru bir şekilde tanıyabilmek ve 30 yıldır her türlü emperyalist kuşatmaya karşı bu ülkenin nasıl olur da dimdik ayakta durabildiğini, bu da yetmiyormuş gibi siyasî, ticarî ve kültürel her türlü ambargo, baskı ve dışlanmaya rağmen nasıl olur da son 30 yıldır bilimsel, teknolojik, kültürel, sanatsal ve sportif hemen her alanda büyük ilerleme kaydetmiş olduğunu sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için, iyi bir gözlem de şarttır ve bunun için en ideal mekân işte burası, Beheşt-i Zehrâ’dır.
Bundan iki yıl önce, 2011 yılının Haziran ayında İran’la ilgili bir “belgesel film” çekip hazırlayan ve Rusça, İngilizce, İspanyolca ve Arapça olmak üzere 4 ayrı dilde yayın yapan “Russia Today” (Rus. Россия Сегодня [Rossiya Segodiya]; İsp. Rusia Hoy; Ar. ﺮﻮﺴﻴﺎ ﺍﻠﻴﻮﻢ [Rusya el- Yewm]) adlı Rus televizyonu, Beheşt-i Zehrâ kabristanını “İran’ın nükleer gücü” şeklinde tanımlamıştı.
“İran’ın şehâdet gücü, nükleer gücünden daha fazla” ifadelerini kullanan Rus televizyon kanalı Russia Today, bu arada bir muammanın herkesi şaşkına çevirdiğini, herkes “İran’a saldırılacak” diye beklerken, İran milletinin gayet soğukkanlı olduğunu ve sürekli mezarların başında dûâ ederek yiyecekler dağıttığını, insanların Allâh’ın varlığını mezarların başında hissettiğini söylemişti. Beheşt-i Zehrâ kabristanında şehid mezarlarının fark edilebilir ayrı bir önemi bulunduğunu belirten Rus televizyonu, “İran’daki Beheşt-i Zehrâ şehîdliğinin gücü, nükleer santrallerin gücünden kat be kat daha fazladır” yorumunu yapmıştı.
Beheşt-i Zehrâ (ﺒﻬﺸﺖ ﺯﻫﺮﺍ)’nın ismi, Farsça’da “Zehrâ’nın Cenneti” anlamına geliyor. Buradaki “Zehrâ”, Peygamber Efendimiz (saw)’in kızı, Hz. Ali (as)’nin hânımı, Hz. Hasan (as) ve Hz. Hüseyin (as) ile Hz. Zeyneb (sa)’nin annesi olan Hz. Fatımâ Zehrâ (sa) Annemiz’dir. İsim tamlamasındaki diğer kelime olan “Beheşt / Beheştî” ise Farsça’da “Cennet” demektir. (GÖNÜLDAŞLARIMIZ İÇİN İLGİNÇ BİR BİRLGİ NOTU: Aynı şekilde Kürtçe’de de “Beheşt / Beheştî” kelimesi “Cennet” demektir ve Adıyaman ilimizin Besni ilçesinin eski Kürtçe ismi de “Beheştî” şeklindedir. İlçe sakinleri halen “Beheştî” derler.)