কারও পৌষ মাস, কারও সর্বনাশ.
(Birilerinin hasat ayı, başkalarının yıkım ayı olabilir.)
Bengal atasözü
Müslüman kardeşlerimizle birlikte oturup hep birlikte “millî yiyeceğimiz” olan Kentucky tavuklarını ve “millî içeceğimiz” olan Coca Cola’larımızı da içtikten sonra cemaatle namazlarımızı kılıyoruz ve ardından kardeşlerimizle vedâlaşıp ayrılıyoruz oradan.
Başkent Dakka’da bulunan Islamic Aid Bangladesh (Bang. ইসলামিক এইড বাংলাদেশ) merkezine yaptığımız ziyaret, oldukça verimli geçmişti.
Şimdi de sıra, bu sabah ayak bastığımız bu ülkenin başkentini gezmeye, şehir merkezini görmeye gelmişti. Dakka’da gerçekleştirmemiz gereken iki ziyaret vardı ve ikisini de yapmıştık. Şimdi akşama kadar şehri gezecek, sonra otele geri dönüp orda bıraktığımız eşyalarımızı alacak ve havaalanına gidecek, gece de Arakan topraklarına, Chittagong’a uçacaktık.
Gülfeşan Plaza’nın 12. katından asansörle aşağı iniyoruz ve binadan dışarı çıkınca, park halindeki araçlarımıza binip, şehrin en merkezî yerine doğru hareket ediyoruz.
Dakka’nın en ünlü alışveriş merkezi olan Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex)’ne götürüyorlar bizi, mihmandarlarımız.
Bulunduğumuz yere arabayla sadece 10 dakika mesafede ama Dakka trafiğinde 10 dakikalık yolu 50 dakikada zar zor alabiliyoruz.
Sakın ha, abarttığımızı falan düşünmeyesiniz. Dakka’nın o derece sıkışık bir trafiği var ki, bir adrese yürüyerek gitmek arabayla gitmekten daha çabuk sürer, hamburger çarpsın ki.
Dakka’da araç kullanmak, hakikaten büyük sabır ister. Ancak bu sabır, yalnızca trafik sıkışıklığında aracınızı sürekli durdurmanız ve içinde beklemenizden dolayı değildir. Çünkü bunun üzerine bir de, aracınızı her durduğunuzda satıcılar ve dilenciler aracınızın etrafını sararlar. Her araç kuyruğunda beklerken veya kırmızı ışıkta dururken, direksiyon başında satıcılarla ve dilencilerle muhatap olursunuz. İşin tuhafı da şu ki, dilenciler genelde yetişkin, ama satıcılar genelde çocukturlar. O minik elleriyle size ya soğuk su, ya kâğıt mendil ya da bitkisel bir ürün satmaya çalışırlar.
Bangladeş yönetimi, oldukça büyük bir sorun olan ve sürekli de artış gösteren trafik sıkışıklığıyla mücadele edebilmek için 2000’li yıllarda şehrin dış kesimlerinde bir “kentleşme politikası” uygulamaya koydu. Bu politikanın sonucu olarak, Dakka’nın banliyölerindeki yeni binalar ve tesisler için “gelir vergisi”ni 10 yıllığına kaldırdı. Ancak sorunla yine de baş edemedi.
Başkent Dakka, ülkede altyapısı en gelişmiş kent olmasına rağmen “kirlilik”, “trafik sıkışıklığı” ve “artan nüfûs nedeniyle hizmetlerin yetersiz kalması” gibi sorunlar yaşıyor. Gerçi son yıllarda ulaşım, iletişim ve bayındırlık alanında çağdaşlaşmalar yaşanıyor ama nereye kadar? Şehre ülkenin diğer yerlerinden gittikçe artan bir nüfûs akışı var ve Dakka, halihazırda dünyadaki en hızlı büyüyen şehir durumunda.
Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex)’ne geldik nihayet. 10 dakikalık yolu 50 dakikada alarak.
Başunzara adlı alışveriş merkezi, Pantha Path adlı geniş caddenin üzerinde, Pantha Path adlı güzel minareli caminin hemen karşısında bulunuyor. Pantha Path Caddesi’nin bir tarafında Pantha Path Camiî, diğer tarafında da Başunzara Alışveriş Merkezi.
Bu ilginç “vaka-yı vakvakiye” durumu, yaklaşan 1 Mayıs öncesi bana da güzel bir “yazı konusu” oluyor, natürlich doğal olaraktan tabiî. (Ohh be, gezinin bu bölümünde de “konu sıkıntısı” çekmeyeceğim. Tamam arkadaşlar, bu seferki bölümün konusu ekonomi, zengin – fâkir uçurumu, gelir düzeyindeki dengesizlik, sosyal adaletsizlik vs. Ayrıca laf aramızda, çok şanslı okuyucularsınız. Çünkü ben işsiz güçsüz ve meteliksiz bir adam olduğum için, konuyu “uzman bir yazar”ın kaleminden okuma ayrıcalığını yaşayacaksınız.)
Düşünün yani, trafiği oldukça sıkışık olan genişçe bir yol, üzerinde araçtan ve araç sürücülerinden daha çok dilencilik yapan yayaların bulunduğu bir büyük cadde, bu caddenin bir tarafında ezanların okunduğu, namazların kılındığı İSLAM MERKEZİ (CAMİ), diğer tarafında da her türlü markalı ürünün satıldığı ve sadece zenginlerin uğradığı KAPİTALİZM MERKEZİ (ALIŞVERİŞ KOMPLEKSİ)….
İnsanları “Âhiret Cenneti”ne çağıran bir bina ile insanları “Yeryüzü Cenneti”ne çağıran bir bina arasında insanların fâkirlik, sefâlet ve yokluk içinde kıvrandığı “Cehennem”in yaşandığı bir sosyo – ekonomik yaşam… (Ne paragraf oldu ama! Konfüçyüs müsün mübarek?..)
“Dîn” ile “Para” arasında bir yol ve o yolun üzerinde insanın hiçbir değerinin olmadığı maddî ve manevî bir “Hiç”lik…
De gel de şimdi bizim Anti – Kapitalist Müslümanlar’a hak verme haa… Hazır 1 Mayıs yaklaşıyor, anti – kapitalist kardeşlerim için birkaç slogan üretip afiş hazırlatayım bari. Ne de olsa kendi şahsım için yazmıyorum bu gezi yazılarını; amaç vatana milllete ve proleterya sınıfına hizmet…
Yaklaşan 1 Mayıs gösterileri için benden birkaç slogan ve afiş önerisi:
“Allah – Ekmek – Özgürlük”…
“Allah – Hürriyet – Su Böreği”…
“Allah – Peygamber – Bağımsızlık – Milch Schnitte”…
“Allah – Hürriyet – Eşitlik – Ülker Kremalı Bisküvi – Eti Puf”…
“İslam – Adalet – Mantı – İşkembe Çorbası”…
“Allah – Peygamber – Kuru Fasülye – Gözleme”…
“Allah – Muhammed – Ebu Zerr – Karışık Izgara – Somun Ekmeği – Ayran”…
“İslam – Emek – Adalet – Birbuçuk Adana – Çubuk Kraker – Kürt Böreği”…
“Allah – Muhammed – Ehl-i Beyt – Kerbela – Peynirli Börek – İçli Köfte”…
Araçlarımızı uygun bir yere park edip çıkıyoruz dışarı. Şimdi bu ilginç yerde gezeceğiz biraz.
Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex)’nin giriş kapısından giriyoruz içeri.
İçeri girince, giriş katında genişçe bir meydan. Alanın etrafı daire şeklinde çevrelenmiş olan bina katları. Sağında ve solunda sürekli inip çıkan asansörler. Asansörler normal apartman asansörleri gibi duvarın içinde değil; camdan ve duvara asılı bir şekilde inşâ edildiği için, hem inip çıkan asansörleri, hem de içindeki insanları görmek mümkün. Karşımızda ise yürüyen merdivenler.
Binanın tavanı ise kubbeli. Üstelik desenli, hat sanatıyla işlenmiş. Mübarek, sanki caminin tavanı.
Doğrusu bu kadar fâkir bir ülke için oldukça lüks kaçan, hatta “ultra – lux” kaçan bir mekân, burası. Kendimi gelişmiş Avrupa ülkelerindeki modern bir alışveriş merkezindeymişim gibi hissediyorum.
İçerisi ise, tıklım tıklım. Halkın ezici çoğunluğunun yoksulluk sınırının altında yaşadığı, hatta açlık sınırında yaşadığı, milyonlarca insanın evsiz olduğu ve sokakta yattığı bir ülkedeki küçücük mutlu azınlığın arasındayız şimdi. Evet evet, tam olarak bu pozisyondayız şu anda.
Alışveriş merkezininin içinde, dükkânların vitrinlerine baka baka yürüyoruz. Yürüyen merdivenlerden yukarı katlara çıkıyoruz. Her katında ayrı ayrı mağazalar, alışveriş noktaları, restoranlar, café’ler…
Kafilemizdeki bazı arkadaşlar alışveriş yapıyorlar; kimi döviz bürolarında para bozduruyor.
Bir süre sonra güzel bir café’de oturup bir şeyler içiyoruz. Mango suyu, ananas suyu; bu ülkede en çok tercih ettiğim içecekler. Her fırsatta bunları içiyorum. (Size de tavsiye ederim. Gerçi biliyorum, sizin “millî içeceğiniz” ayrandır ama, yine de bir deneyin derim ben, tadı çok güzel.)
Hem sohbetimiz çok güzel, hem de içecekler nefis! Ohh be; şu mango suyu var ya, şu mango suyu, bardağı kafaya çektin mi evelallah insanın imânının katsayısı artıyor.
Bizim Türkiye’deki siyasîler ne kadar cahil yaa; AK Parti’si de öyle, CHP’si de öyle, MHP’si de, BDP’si de… Yok ayranmış, rakıymış, kımızmış, kaçak çaymış! Laaa oğlım; siz mango suyu içmediğiniz için, böyle cahil cahil konuşuyonuz işte…
“Millî içeceğimiz” olan mango suyunu da içtikten ve sohbetimizi de tamamladıktan sonra, enerjimizi yeniden kazanıyoruz. Şimdi tekrar gezeceğiz Başunzara’nın içinde. Mihmandarlarımız,
– Arkadaşlar, böyle kalabalık bir şekilde dolaşmayalım, hem rahat gezemeyiz böyle. Şimdi ikişer üçer gruplara ayrılalım, diyorlar.
– Tamam abi, öyle yapalım.
– İki saat geziyoruz ve sonra yeniden burada buluşuyoruz.
– Tamam.
Öyle yapıyoruz. Herkes “en kafa dengi” arkadaşıyla ikili – üçlü ayrılıyor kafileden. Benle Anadolu Ajansı muhabiri “can dostum güzel insan” Salih Baran hemen göz göze geliyoruz. Zaten ikimiz Başunzara’ya geldiğimizden beri kafileden ayrılmak ve başbaşa gezmek istiyorduk ama, söylemeye çekiniyorduk arkadaşlara, “Vay, bizi sattınız” demesinler diye.
Sonuçta, hani nasıl desem, ikimiz de bekârız, “hür ve müstakil” insanlarız, gelirken alışveriş merkezinin içinde bir sürü “Güzel ülke Bangladeş’in güzel insanları” görmüştük. Onlarla yakından tanışmak, sohbet etmek istiyoruz. Ne de olsa, Müslüman kavimler arasında, Ümmet-i Muhammed’in güzel fertleri arasında dostluk, yakınlaşma, kaynaşma, bunların sağlanması lazım, değil mi? Biz öyle güzel bir ümmetiz ki, bu güzel ümmetin güzel fertleri arasında iletişimin ve diyalogun olmaması, “ümmetçilik bilinci”ne sahip bende ve Salih kardeşimde derin bir ızdırâba sebebiyet veriyor. Netice-i kelam, azîz dîn kardeşlerim, bizler bu şuura sahip iki Müslüman olarak, Ümmet-i İslam’ın vahdeti için Müslüman kavimler arasında dostluk ve arkadaşlığı pekiştirmek amacıyla, güzel Bengal insanlarıyla kaynaşmak ve yakınlaşmak istiyoruz. Ama kafilede büyüklerimiz, abilerimiz de olduğu için, onların yanında çekiniyoruz tabiî bunu yapmaya.
Bangladeş’in en büyük ve modern alışveriş merkezlerinden biri olan Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex), Pantha Path adlı geniş caddenin üzerinde, Pantha Path adlı güzel minareli caminin hemen karşısında bulunuyor. Başkentin diğer bir alışveriş merkezi olan Kerwan Bazar’a da oldukça yakın ayrıca.
Kubbeli bir mimarîsi olan Başunzara, 21 katlı bir bina. Bunun ilk 8 katı alışveriş merkezi. “Bashundhara Group” adlı şirket tarafından yapılan bu alışveriş merkezi, şirketin ülkedeki 9 merkezinden biridir. (Şirketin web adresi: www.bashundharagroup.com; Başunzara’nın web adresi: www.bashundhara-city.com)
Mimar ve mühendis Mustafa Xalid Palaş (মুস্তাফা খালীদ পলাশ) ve yardımcısı Muhammed Feyzullah tarafından tasarımı yapılan ve ilk müdürlüğünü Latif’ul- Hûseyn’in yaptığı Başunzara Alışveriş Merkezi, kentin ilk “Batı tarzı alışveriş merkezi”dir. İnşaatına 1998 yılında başlanan ve 100 milyon Dolar’a mal olan alışveriş merkezi, 6 Ağustos 2004 tarihinde hizmete açıldı.
2009 yılında büyük bir yangın çıktı, binada. 13 Mart 2009 Cuma günü, öğle saat 13:30 sularında binanın üst katında başlayan korkunç yangında alışveriş merkezinin nerdeyse yarısı kül oldu ve resmî açıklamalara göre 29 milyon Dolar’lık bir maddî zarar meydana geldi. Ancak yangında büyük bir şans eseri, biri güvenlik görevlisi olmak üzere 2 kişi öldü sadece. 17 kişi de yaralandı. Dumandan zehirlenerek hastanelere kaldırılan yaralılardan 3’ünün de hastanede öldükleri bildirildi daha sonra. Merkezin, bürosu binanın en üst katında bulunan genel müdürü de Bangladeş Hava Kuvvetleri’ne ait Bell – 212 helikopteriyle çatıdan kurtarıldı. Binanın neredeyse üst yarısını kül eden korkunç yangın, ancak 10 saatte zar zor söndürülebildi.
Her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği ve günün her saati tıklım tıklım olan bu alışveriş merkezinde, 13 Mart 2009 Cuma günü, öğle saat 13:30 sularında başlayan bu büyük ve korkunç yangında, çok büyük bir şans eseri sadece 5 kişinin hayatını kaybetmesinin sebebi, yangının tam da Cuma namazı vaktinde çıkmasıydı ve o saatte tüm halkın Cuma namazı için camide olması, ayrıca Cuma vakti olduğundan alışveriş merkezi içindeki dükkânların büyük çoğunluğunun kapalı olmasıydı. Cuma günkü o büyük yangın eğer namazdan bir saat önce veya bir saat sonra çıkmış olsaydı, o gün orada nesiller boyu unutulmayacak korkunç bir faciâ yaşanacaktı. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
Yangından sonra olay yerine gelen İçişleri Bakanı Tanjim Ahmed Suhel Tac (আহমদ সোহেল তাজ) ve Dakka Belediye Başkanı Sadıq Hûseyn Xoka (সাদেক হোসেন খোকা ), ordu ve itfaiye ekiplerinin yangın yerine geç gelmesinden ötürü, alışveriş merkezi önündeki kalabalık tarafından yuhalandılar.
Yangın nedeniyle üç gün kapalı kalan alışveriş merkezi, 16 Mart’ta yeniden açıldı.
21 katlı modern bir alışveriş merkezi olan Başunzara’yı günlük ortalama 25 bin kişi ziyaret ediyor. Başunzara’nın içinde toplam 2 bin 325 mağaza ve 100 kadar da gıda yeri (lokanta, fast-food noktası, café) bulunuyor. Bunların haricinde Başunzara’nın içinde, bir yeraltı spor salonu, çok katlı bir sinema salonu, en üst katta teraslı bir yemek alanı ve kapalı tema parkı var. İçindeki mağazaların ve dükkânların tümü de klimalıdır. Çatı kattaki üstü açık, bahçeli café‘ler oldukça hoştur. (İçeride sigara içmek yasak olduğu için ve bir tek orada içilebildiğinden, çatı kattaki bahçeli café’leri 20 kişilik kafilemizden sadece biz 3 – 4 kişi görebildik. Sigara kullanmayanlar, o güzelim bahçeli café’leri görmediler. İşte size sigara içmenin faydaları!..)
Sadece Dakka’nın ve Bangladeş’in değil, tüm Güney Asya’nın en büyük alışveriş merkezi durumunda olan Başunzara, dünyanın ise 12. büyük alışveriş merkezidir. “Dakka’nın modern sembolü” olarak kabul ediliyor. Ancak bu alışveriş merkezi, orta sınıf ile alt sınıf arasındaki ciddî bölünmenin en somut göstergesi olarak tarif edilmekte.
Bangladeş hakikaten çok güzel bir ülke. Coğrafyası da öyle, iklimi de, insanları da. Kültürleri, giyimleri, folklorları, dilleri ve en çok da alfabesi öyle. Herşey çok güzel. Ama bu güzelliğin içinde, hiç de güzel olmayan birşey var. Hatta korkunç derecede çirkin duran bir gerçek var: Zengin ile fâkir arasındaki deriiin uçurum…
Zengin ile fâkir arasındaki uçurumun dibi görünmüyor. Yok, bulamazsınız. Fâkirlik bile kendi içerisinde sınıflandırılıyor: “Biraz fâkirler”, “normal fâkirler”, “çok fâkirler”, “çok çok fâkirler”, “en fâkirler”…
Bangladeş’in bu sorunu acilen çözmesi lazım; gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırması lazım. Yoksa bu sorun, bir gün Bangladeş’i bitirecek. Ciddî ciddî bitirecek. Ne etrafının düşmanlarla çevrili olması, ne komşu Myanmar Arakanı’ndan sürekli aldığı Rohingya mülteci akını, ne de içerideki siyasî çalkantılar ve muhaliflere yönelik tutuklamalar, bunların hiçbiri değil, Bangladeş eğer bir gün biterse ve tarih sahnesinden silinirse, bu, işte sözünü ettiğim bu “sosyal adaletsizlik”ten dolayı olacak!
Bangladeş’in zenginlerini biz başkent Dakka’da gördük; fâkirlerini ise bu gece uçacağımız güney bölgelerinde göreceğiz. Nasıl anlatsam, bilemiyorum. Ailece sokaklarda, kaldırımların üzerinde yaşayan milyonlarca insan. Orada oturan, orada yiyip içip, orada uyuyan çocuklar, kadınlar, erkekler, yaşlılar, hastalar. Başlarını sokacak tahtadan bir kulübeleri bile yok.
Binlerce yüzbinlerce değil, milyonlarca insanın sokakta yattığı bir ülke olduğu için, inanması hakikaten çok güç ama, başlarını sokabilecek teneke bir kulübesi olanlar “orta sınıf” kabul ediliyor bu ülkede. Onlar şanslı addediliyor; zirâ hiç olmazsa başlarının üzerinde tenekeden de tahtadan da olsa bir çatı var!…
Ve böyle bir ülkede, milyonlarca insanın sefil ve perişan bir halde bulunduğu, milyonlarca ailenin kadın – çocuk sokaklarda yattığı bir ülkede, İsviçre’deki ve Lüksemburg’daki zenginlerden bile daha zengin bir yaşam süren bir “mutlu azınlık” var. Esasında bu “sosyal adaletsizliğin” temel sebebi de bu zaten.
Aynı topraklarda farklı iki hayat yaşayan “iki ayrı Bengal halkı” yaşıyor sanki Bangladeş’te; “Zengin Bengaller” ve “Fâkir Bengaller”… Yaşayışları farklı, yaşam alanları farklı, mekânları farklı… Tüm kesimlerin, yani zengin olsun fâkir olsun herkesin uğradığı ve biraraya geldiği sadece bir “ortak mekân” var ülkede: Camiler…
Zengin ile fâkirin yanyana saf tuttuğu tek yer burası.
Yoksulluk, hayatın bir parçası Bangaldeş’te. Dünyaca ünlü giyim mağazalarının ve hatta fabrikalarının bulunduğu bu ülkede çocuklar da tıpkı anne ve babaları gibi “çıplak ayaklı” büyüyorlar. Hani biz devrimci – inqılâbî çizgideki Müslüman yazarların sıklıkla kullandığı bir kavram vardır, “yalınayaklılar”, çok severiz bu kavramı kullanmayı, işte o “yalınayaklılar” burada, Bangladeş’te yaşıyorlar, kardeşlerim. Milyonlarca var o “yalınayaklılar”dan burda.
Bunların büyük çoğulunluğu da “dilencilik” yapıyor, mâlesef. Hiç abartmasız; yolda yürürken karşınıza çıkan her üç kişiden ikisi size el açıyor. Dayanılır gibi değil.
Dilencilerin yürek parçalayan hallerine dayanmak çok zor. Üstelik bir dilenciye para vermek demek, onlarcasına da vermek zorunda kalmak demek. Çünkü bir kez para verdikten sonra yaşları 7 ile 70 arasında değişen diğer onlarca dilenciden kurtulmanın tek yolu, onlara da para vermek.
Dilencilik yapan çocukların yürek burkan halleri ise daha bir içler acısı. Ben mi çok aşırı duygusal ve zayıf karakterli biriyim bilmiyorum ama, sokakta dilencilik yapan yüzlerce çocuğa sanki çok normal bir şeymiş gibi bakıp geçen bu yetişkin kadınların ve erkeklerin umursamaz halleri, beni büsbütün çileden çıkarıyor. Hadi “erkek”leri (!) bir tarafa bırakalım da, kendileri de “anne” olan ve çocuklarının elinden tutup yürüyen kadınların bu durumdan hiç etkilenmeden yollarına devam etmeleri, kendileri de “anne” olan kadınların sokakta dilencilik yapan çocukların bu hallerinden duygusal olarak hiç etkilenmemesi, sanki çok normal bir şeymiş gibi bakması, hatta hiç bakmaması, doğrusu aklımın ve hafsalamın almadığı bir durum. Kimi çocuklar kendi başlarına dilenirken, kimi çocuklar da anne babalarıyla birlikte dileniyorlar.
Çocukların durumu ciğerimi parçalıyor. Yetersiz besleniyorlar, hastalıklarla mücadele ediyorlar. Oyuncak, şeker, çikolata bilmiyorlar. Çoğunun başını sokacak bir evi yok, kaldırımda yaşıyorlar.
Sarı humma ve sıtma gibi hastalıkların sıklıkla görüldüğü ülkede sağlık ve temizlik koşulları çok yetersiz. Buna bir de yetersiz ve tek yönlü beslenme eklenince, çocuklar için büyük tehdit oluşuyor, haliyle. Uçsuz bucaksız pirinç tarlalarına ve dünyanın en büyük mango ormanlarına sahip Bangladeş’te yıldız meyvesi, papaya, muz, mango gibi tropik meyveler de bol. Buna rağmen sadece karbonhidratla beslenen çocuklarda görülen ve “kwaşi orkor” denen hastalık, bu ülke çocuklarına da musallat olmuş. “Aşırı zayıflık” ve “habis beslenme bozukluğu” olarak bilinen bu hastalık, ülkede çok can yakıyor.
Ama yoksul olmak, insanların eğitime bakış açısını olumsuz etkilememiş. Kız çocuklarının okula gitmesine, geleceğin kuşaklarını yetiştirecek olmalarından dolayı büyük önem veriliyor. En ücra köylerde bile çocuklar 3 yaşından itibaren okula gidiyor.
Yapılan araştırmalar, dünya ülkeleri arasında “sosyal adaletsizlik” ve “gelir dağılımındaki dengesizlik” konusunda ilk sırada İsrail’in geldiğini gösteriyor. Bangladeş de aynı şekilde parlak bir görüntü sunmuyor bu konuda. Bangladeş’te nüfûsun en zengin % 10’luk kesiminin ülkenin toplam gelirinden aldığı pay % 26, 6 iken, nüfûsun en fâkir % 10’luk kesiminin ülkenin toplam gelirinden aldığı pay, sadece % 4, 3.
Ve çok şaşıracağınız bir şey daha söyleyeceğim size: “Sosyal adaletsizlik” ve “gelir dağılımındaki dengesizlik” konusunda Türkiye’nin durumu, Bangladeş’in durumundan daha kötü. Bangladeş’te bu durum çıplak gözle kolayca farkedilebilirken, Türkiye’de aynı kolaylıkla farkedilmiyor, sadece. Aradaki fark, daha doğrusu Türkiye’deki adaletsizliğin ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin üzerini kapatan, işte ülkenin kendine özgü demografik dağılımıdır yalnızca. Bangladeş’e gelip gezen ve daha sonra Türkiye’de bulundukları yayın organlarında Bangaldeş’teki sosyal adaletsizliği ve gelir dağılımındaki eşitsizliği “feryâd û figân ederek” kaleme alan Türkiyeli yazarlar, bahsettikleri konuda Türkiye’nin karnesinin Bangaldeş’in karnesinden daha kötü olduğu bilgisine sahip değiller, ne yazık ki.
Türkiye’deki siz sevgili Ich liebe Dich azîz dîn kardeşlerim inanmakta güçlük çekebilirsiniz ama, hatta “Ustalık Dönemi”ni yaşayan ve isminde “Kalkınma” kelimesi olan iktidar partisinin yalanlarına inanmış olanlarınız bana ve dünyaya inanmayacaksınız, velâkin, Dünya Bankası (World Bank) tarafından açıklanan “Dünya Kalkınma Göstergeleri Raporu” (İng. World Development Indicators Report; Bang. বিশ্ব উন্নয়ন সূচক প্রতিবেদন)’na göre Türkiye, gelir dağılımındaki adaletsizlikte, OECD ülkeleri arasında Meksika ve ABD’nin ardından 3. sırada yer alıyor. Rapora göre, Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk nüfûs, ülke toplam gelirinin % 33’ünü alırken (imân gücüyle), en fâkir yüzde 10’luk nüfûs ise ülke toplam gelirinin sadece % 2, 3’üne sahip. Aynı rapora göre, Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik nüfûs, ülke toplam gelirinin % 46, 7’sini alırken (imân gücüyle), en fâkir yüzde 20’lik nüfûs ise ülke toplam gelirinin sadece % 6, 1’ine sahip.
“Yaradılanı Yaradan’dan ötürü seven” politikacılar tarafından yönetilen cennet vatanımızda, sadece % 10’luk küçük bir mutlu ve abdestli azınlık, Cenab-ı Allâh’ın bize bağışladığı nimetlerin tam ÜÇTE BİRİNİ alıyor, âzîz dîn kardeşlerim. Aynı şekilde, sadece % 20’lik küçük bir mutlu ve abdestli azınlık, Cenab-ı Allâh’ın bize bağışladığı nimetlerin tam YARISINI alıyor, muhterem mü’mînler.
“Dış mihraklar” tarafından hazırlanan “Dünya Kalkınma Göstergeleri Raporu”’na göre Tanzanya, Tunus, Mozambik, Jamaika, Nepal, Ürdün, Mısır, Endonezya, Yemen, Burundi ve Bangladeş gibi ülkeler bile Türkiye’den DAHA ADİL VE DAHA EŞİTLİKÇİ bir şekilde yönetiliyorlar. Bir de iş bu “dış mihraklar” tarafından hazırlanan rapora göre, “gelir dağılımındaki bozukluk” yönünden Türkiye’den daha bozuk ve adaletsiz herhangi bir “kriz onları vurdu ama bizi teğet geçti” Avrupa ülkesi veya “almazlarsa almasınlar, biz onlara değil onlar bize muhtaç” AB ülkesi bulunmuyor, muhterem dîn kardeşlerim.
Peki, aynı rapora göre, “gelir dağılımındaki eşitlik” yönünden dünyanın en adil ülkesi hangisidir, merak ediyor musunuz?
Yazıyı buraya kadar okuma zahmetinde bulunduğunuza göre, bunu da merak edersiniz diye düşünüyorum. Söyleyeyim o zaman:
“Gelir dağılımındaki eşitlik” yönünden dünyanın en adaletli ülkesi, dünyanın en adaletsiz 3. ülkesi olan Türkiye’nin başbakanı Erdoğan’ın geçtiğimiz ay ziyaret edip orada yaptığı konuşmada kendilerine “İktisat ve Kalkınma” dersi vermeye kalktığı Danimarka.
Bangladeş gezimiz oldukça eğlenceli ama birçok yönden de öğretici geçiyordu…
Anadolu Ajansı muhabiri Salih Baran kardeşimle birlikte Başunzara’nın dış kapısının önünde otururken, yanımıza o “dünya tatlısı” çocuklardan ikisi yaklaştı.
İki küçük kız çocuğu.
Bizden para istediler. Cebimizde ne kadar bozuk para varsa çıkarıp verdik tabiî; ama onları da bırakmadık öyle hemen. Kucağımıza alıp sevdik. Birlikte hatırâ fotoğrafı çektirdik.
Çocuklardan birini bir kucağıma, öbürünü de öbür kucağıma alıp severken, gözüm kaşlarının ortasına yapıştırdıkları nokta şeklinde, yuvarlak işarete takıldı. Hind filmlerinde çok görmüştüm ama neyin sembolüdür, anlamı nedir, bu coğrafyalardaki hânımlar bunu ne amaçla kaşlarının arasına yapıştırırlar, bilmiyordum açıkçası. Şimdi bunu bu küçük kız çocuklarından öğrenecektim.
Yüzyıllardan beridir bu topraklarda “gelenek” olan bu işaret, meğerse hânımların “medenî hallerini” ifşâ eden bir nişaneymiş. Yani kaşlarının arasında o işaretin olup olmamasına bakarak, o hânımın evli mi bekâr mı olduğunu anlıyormuşsun.
Erkeklerin işini bir hayli kolaylaştırıyor, vesselam. Dışarıda güzel bir hânım görüp de ona gönlünüzü kaptırdığınızda, “evli mi bekâr mı?” diye araştırma zahmetine girmiyorsunuz. Kaşlarının arasına bakıp şıp diye anlıyorsunuz bunu. Bekârsa, tamam o zaman, hemen “Yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmeye” başlayabilirsiniz.
Bir de ben bunu Hind filmlerinde gördüğümde, hânımların bunu kaşlarının arasını delerek, alınlarını kanatarak yaptıklarını sanıyordum. Meğerse alakası yok; alt tarafı nokta şeklinde bir kâğıt veya bez parçasıymış. Alıp yapıştırıyorlarmış alınlarına; hepsi bu.
Tevekkeli dememişler, “Öğrenmenin de öğretmenin de yaşı yoktur” diye. Bütün bu bilgileri iki küçük kız çocuğundan öğreniyoruz, iyi mi?
Çocuklara isimlerini soruyorum. Onlarla Bengalce sohbet etmeye çalışıyorum. Gelmeden önce günlerce Bengalce çalışmıştım (her ülkeye gitmeden önce yaparım bunu), bugün de birkaç kelime öğrenmiştim.
Bengalce tıpkı Kürtçe’ye benziyor nasıl olsa. (“Dünyadaki bütün diller Kürtçe’den doğmuştur” diyorum, bi de bana inanmıyorsunuz! Tooo, ma inanmisez inanmayin. Qay sanki çox umrumdadır?)
Bengalce sohbet ediyorum bu “dünya tatlısı” çocuklarla. İsimlerini soruyorum:
– Nam ti çiye?
– Amar nam Pimki.
– Amar nam Şumi.
“Yeşilli” olanın ismi Şumi, “pembeli” olanın da – kıyafetiyle son derece uyumlu bir biçimde – ismi Pimki.
Kızlar çok sevimli ama bir o kadar da haylaz. Onlar da bana sorular soruyorlar tanımak için ama, ben ne söylesem gülüyorlar:
– Amar nam İbrahim.
– Hi-hi-hi-hi-hi…
– Ami Cermıni tikê êşêçi. (Ben Almanya’dan geliyorum.)
– Hi-hi-hi-hi-hi…
– Ami ekcon şembolik. (Ben gazeteciyim.)
– Hi-hi-hi-hi-hi…
– Bamladeş aşuyekti şundorbeş. (Bangladeş çok güzel bir ülke.)
– Hi-hi-hi-hi-hi…
– Amar du ti badca açe. (Benim iki çocuğum var.)
– Hi-hi-hi-hi-hi…
Afacanlar sizi… Ne söylesem gülüyorlar! Ayıp ayıp; siz kendinizi tanıtırken ben size güldüm mü? İnsan misafire böyle mi davranır?
Bana çocuklarımın isimlerini soruyorlar, Dakka’nın bu dünya tatlısı çocukları. Ben söylüyorum, onlar tekrarlıyorlar:
– Malcolm.
– Maaaal-colm.
– Elif Yaren.
– Eeee-liiif. Yaaa-ren.
– Aferin size çocuklar.
Bir daha sımsıkı sarıp doyasıya öpüyorum Pimki ve Şumi’yi.
“Bangladeş’in Guldexwîn’leri” selam gönderiyorlar oğlum Malcolm’a ve kızım Elif Yaren’e.
Evet… Bangladeş gezimiz oldukça eğlenceli ama birçok yönden de öğretici geçiyor.
Türkiye’deki siz sevgili kardeşlerimiz “ayran mı rakı mı kaçak çay mı” kavgasını yapadurun, bizler “millî içeceğimiz” olan mango suyunu içe içe Bangladeş’i gezmeye ve izlenimlerimizi aktarmaya devam edeceğiz.
sediyani@gmail.com
SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ
CİLT 8
FOTOĞRAFLAR:
Bangladeş yönetimi, oldukça büyük bir sorun olan ve sürekli de artış gösteren trafik sıkışıklığıyla mücadele edebilmek için 2000’li yıllarda şehrin dış kesimlerinde bir “kentleşme politikası” uygulamaya koydu. Bu politikanın sonucu olarak, Dakka’nın banliyölerindeki yeni binalar ve tesisler için “gelir vergisi”ni 10 yıllığına kaldırdı. Ancak sorunla yine de baş edemedi.
Başkent Dakka, ülkede altyapısı en gelişmiş kent olmasına rağmen “kirlilik”, “trafik sıkışıklığı” ve “artan nüfûs nedeniyle hizmetlerin yetersiz kalması” gibi sorunlar yaşıyor. Gerçi son yıllarda ulaşım, iletişim ve bayındırlık alanında çağdaşlaşmalar yaşanıyor ama nereye kadar? Şehre ülkenin diğer yerlerinden gittikçe artan bir nüfûs akışı var ve Dakka, halihazırda dünyadaki en hızlı büyüyen şehir durumunda.
Anadolu Ajansı (AA) muhabiri Salih Baran kardeşimle birlikte Dakka şehir merkezini geziyoruz
Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex)’ne geldik nihayet. 10 dakikalık yolu 50 dakikada alarak.
Başunzara adlı alışveriş merkezi, Pantha Path adlı geniş caddenin üzerinde, Pantha Path adlı güzel minareli caminin hemen karşısında bulunuyor. Pantha Path Caddesi’nin bir tarafında Pantha Path Camiî, diğer tarafında da Başunzara Alışveriş Merkezi.
Başunzara’ya özellikle hânımlar büyük ilgi gösteriyor
Başunzara Alışveriş Merkezi (Bang. বসুন্ধরা সিটি; İng. Bashundhara City Shopping Complex)’nin giriş kapısından giriyoruz içeri
İçeri girince, giriş katında genişçe bir meydan. Alanın etrafı daire şeklinde çevrelenmiş olan bina katları. Karşımızda ise yürüyen merdivenler.
İçerisi ise, tıklım tıklım. Halkın ezici çoğunluğunun yoksulluk sınırının altında yaşadığı, hatta açlık sınırında yaşadığı, milyonlarca insanın evsiz olduğu ve sokakta yattığı bir ülkedeki küçücük mutlu azınlığın arasındayız şimdi. Evet evet, tam olarak bu pozisyondayız şu anda.
Kubbeli bir mimarîsi olan Başunzara, 21 katlı bir bina. Bunun ilk 8 katı alışveriş merkezi. “Bashundhara Group” adlı şirket tarafından yapılan bu alışveriş merkezi, şirketin ülkedeki 9 merkezinden biridir.
Mimar ve mühendis Mustafa Xalid Palaş (মুস্তাফা খালীদ পলাশ) ve yardımcısı Muhammed Feyzullah tarafından tasarımı yapılan ve ilk müdürlüğünü Latif’ul- Hûseyn’in yaptığı Başunzara Alışveriş Merkezi, kentin ilk “Batı tarzı alışveriş merkezi”dir.
Sağında ve solunda sürekli inip çıkan asansörler
Asansörler normal apartman asansörleri gibi duvarın içinde değil; camdan ve duvara asılı bir şekilde inşâ edildiği için, hem inip çıkan asansörleri, hem de içindeki insanları görmek mümkün
İnşaatına 1998 yılında başlanan ve 100 milyon Dolar’a mal olan alışveriş merkezi, 6 Ağustos 2004 tarihinde hizmete açıldı
Binanın tavanı kubbeli. Üstelik desenli, hat sanatıyla işlenmiş. Mübarek, sanki caminin tavanı.
2009 yılında büyük bir yangın çıktı, binada. 13 Mart 2009 Cuma günü, öğle saat 13:30 sularında binanın üst katında başlayan korkunç yangında alışveriş merkezinin nerdeyse yarısı kül oldu ve resmî açıklamalara göre 29 milyon Dolar’lık bir maddî zarar meydana geldi. Ancak yangında büyük bir şans eseri, biri güvenlik görevlisi olmak üzere 2 kişi öldü sadece. 17 kişi de yaralandı. Dumandan zehirlenerek hastanelere kaldırılan yaralılardan 3’ünün de hastanede öldükleri bildirildi daha sonra. Merkezin, bürosu binanın en üst katında bulunan genel müdürü de Bangladeş Hava Kuvvetleri’ne ait Bell – 212 helikopteriyle çatıdan kurtarıldı. Binanın neredeyse üst yarısını kül eden korkunç yangın, ancak 10 saatte zar zor söndürülebildi.
Her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği ve günün her saati tıklım tıklım olan bu alışveriş merkezinde, 13 Mart 2009 Cuma günü, öğle saat 13:30 sularında başlayan bu büyük ve korkunç yangında, çok büyük bir şans eseri sadece 5 kişinin hayatını kaybetmesinin sebebi, yangının tam da Cuma namazı vaktinde çıkmasıydı ve o saatte tüm halkın Cuma namazı için camide olması, ayrıca Cuma vakti olduğundan alışveriş merkezi içindeki dükkânların büyük çoğunluğunun kapalı olmasıydı. Cuma günkü o büyük yangın eğer namazdan bir saat önce veya bir saat sonra çıkmış olsaydı, o gün orada nesiller boyu unutulmayacak korkunç bir faciâ yaşanacaktı. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
Yangın nedeniyle üç gün kapalı kalan alışveriş merkezi, 16 Mart’ta yeniden açıldı
Doğrusu bu kadar fâkir bir ülke için oldukça lüks kaçan, hatta “ultra – lux” kaçan bir mekân, burası.
Kendimi gelişmiş Avrupa ülkelerindeki modern bir alışveriş merkezindeymişim gibi hissediyorum.
21 katlı modern bir alışveriş merkezi olan Başunzara’yı günlük ortalama 25 bin kişi ziyaret ediyor. Başunzara’nın içinde toplam 2 bin 325 mağaza ve 100 kadar da gıda yeri (lokanta, fast-food noktası, café) bulunuyor. Bunların haricinde Başunzara’nın içinde, bir yeraltı spor salonu, çok katlı bir sinema salonu, en üst katta teraslı bir yemek alanı ve kapalı tema parkı var.
Sadece Dakka’nın ve Bangladeş’in değil, tüm Güney Asya’nın en büyük alışveriş merkezi durumunda olan Başunzara, dünyanın ise 12. büyük alışveriş merkezidir. “Dakka’nın modern sembolü” olarak kabul ediliyor. Ancak bu alışveriş merkezi, orta sınıf ile alt sınıf arasındaki ciddî bölünmenin en somut göstergesi olarak tarif edilmekte.
Bangladeş hakikaten çok güzel bir ülke. Coğrafyası da öyle, iklimi de, insanları da. Kültürleri, giyimleri, folklorları, dilleri ve en çok da alfabesi öyle. Herşey çok güzel. Ama bu güzelliğin içinde, hiç de güzel olmayan birşey var. Hatta korkunç derecede çirkin duran bir gerçek var: Zengin ile fâkir arasındaki deriiin uçurum…
Zengin ile fâkir arasındaki uçurumun dibi görünmüyor. Yok, bulamazsınız. Fâkirlik bile kendi içerisinde sınıflandırılıyor: “Biraz fâkirler”, “normal fâkirler”, “çok fâkirler”, “çok çok fâkirler”, “en fâkirler”…
Bangladeş’in bu sorunu acilen çözmesi lazım; gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırması lazım. Yoksa bu sorun, bir gün Bangladeş’i bitirecek. Ciddî ciddî bitirecek. Ne etrafının düşmanlarla çevrili olması, ne komşu Myanmar Arakanı’ndan sürekli aldığı Rohingya mülteci akını, ne de içerideki siyasî çalkantılar ve muhaliflere yönelik tutuklamalar, bunların hiçbiri değil, Bangladeş eğer bir gün biterse ve tarih sahnesinden silinirse, bu, işte sözünü ettiğim bu “sosyal adaletsizlik”ten dolayı olacak!
Salih kardeşimiz, Bangladeş’in iki dünya tatlısı kız çocuğuyla birlikte… Sağdaki “yeşilli” olan kızın ismi Şumi, soldaki “pembeli” olan kızın da – kıyafetiyle son derece uyumlu bir biçimde – ismi Pimki.
Guldexwîn ên Zakka / Dakka’nın Guldexwîn’leri